11 Ekim 2012 Tezkere konuşması


 

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bugün, burada 17 Ekim 2007 tarihinde Hükûmete verilmiş olan tezkere yetkisinin uzatılmasına dair görüşlerimizi bildirmek üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Bu tezkere hakkında görüş ve düşüncelerimi ifade etmeden önce bir hususa açıklık getirmek istiyorum: Bugünkü birleşime başlamadan önce müzakerelerin sırası konusunda yapılan tartışma ve değerlendirmelerde, Sayın Genel Başkanımızın Türkiye Büyük Millet Meclisine gelme saati bir sebep olarak ifade edilmiştir. Şunu ifade etmeliyim ki Sayın Grup Başkan Vekilimizin bu konudaki ifadesi bir yanlış anlamadır. Sayın Genel Başkanımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisine geliş saatine göre çalışmalarının düzenlenmesi gibi bir talebi olmamıştır. Böyle bir yanlış anlamadan dolayı, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinden özür diliyorum.

Sayın Genel Başkanımız ve Milliyetçi Hareket Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına büyük saygı gösteren ve her zaman en üstte gören ve millet iradesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüksek şahsiyetini ve bu iradenin egemenliğini hep odağında tutan bir siyaset anlayışına sahip olduğunu bu vesileyle ifade etmek istiyorum.”

Değerli milletvekilleri, bir konuyu da burada belirtmek istiyorum. Evet, Ankara’da ve yurdun çeşitli yörelerinde, şehit aileleri, gazilerimizin 13 Ekimde Ankara’da “Teröre Karşı Halk” adı altında bir miting düzenleme ve bu mitinge çağrı yazıları ve billboard’ları yer almıştı. Maalesef, bugün bana verilen bir bilgiye göre, bu miting, Ankara Valiliği tarafından iptal edilmiştir ve siyasi iradenin talebi üzerine iptal edilmiştir. Yani bu teröre karşı millet durmayacak da kim duracak? Dolayısıyla, böyle bir millî duruşu temsil eden bu iradenin bu şekilde demokratik hakkının engellenmesini de doğrusu Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak kabul edemeyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Bir an önce, bu konuda demokratik bir şekilde teröre karşı milletin nasıl dimdik ayakta durduğuna ilişkin böyle bir demokratik tepkinin ortaya konulduğu bir mitinge izin verilmesi konusunda Hükûmetin devreye girmesini de bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak geçmişte olduğu gibi her zaman terörle mücadele konusunda hukukun üstünlüğünü ve meşru güçlerini kullanması gerektiğini savunduk ve bu amaca ulaşmasını arzu ettiğimiz bu tezkereyi de 2007 yılından bu yana destekliyoruz. Aslında, 2007 yılına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaramadığı

tezkerenin Milliyetçi Hareket Partisinin 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer almasından sonra çıkarılmış olmasıyla terörle mücadele konusunda bir inisiyatif oluşturma bakımından katkı sağlamış olduğumuza da inanıyoruz.

Tabiatıyla, bu tezkereyi biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Hükûmete veriyoruz ama Hükûmete “terörle mücadele et” diye veriyoruz, “terör örgütüyle müzakere et” diye vermiyoruz, “terör örgütünü bertaraf et” diye veriyoruz, “terör örgütünü taraf hâline getir” diye vermiyoruz. O bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisine Hükûmetin sunduğu gerekçe istikametinde verdiğimiz tezkerenin anlamı ve önemine binaen hareket edilmesini istemek milletin hakkıdır, milletvekillerinin de hakkıdır. O bakımdan, burada verdiğimiz tezkereyle, bu milletin egemenliğini ortadan kaldırmak isteyenlere, güvenliğimizi ortadan kaldırmak isteyenlere karşı egemenliğimizi temsil eden Türk Bayrağı’nın iradesinin orada hâkim olmasını istiyoruz, arzumuz ve isteğimiz budur.

Bu bakımdan, terör sorununa yönelik aldığınız tedbirler istikametinde, Milliyetçi Hareket Partisinin terör sorunu olarak gördüğü bu konu hakkında, 2002 yılında terörle mücadeleyi kazanmış bir Türkiye’nin bugün, 2012 yılında terör örgütünün muhatap alındığı bir Türkiye hâline dönüştüğünü de hep beraber, birlikte görmemiz gerekiyor. Gerçekten, bu tezkereyle, aynı zamanda terörle mücadele konusunda neler yapıldı, neler yapılmadı, bütün bunların da elbette değerlendirmesinin, muhasebesinin yapılması gerekmektedir. Türkiye’yi on yıldan bu yana AKP Hükûmeti yönetmektedir.

Değerli milletvekilleri, aslında ilk yetki 2003 yılında verildi. 2003 yılında verilen yetkiyle -ki orada ifadeleri bulunmuştur- PKK-KADEK militanlarının faaliyetlerine hız verdiği yeni tertipler içine girdiği ifade ediliyor, Irak’ın etnik temelde parçalanmaya yönelik girişimlerin yoğunluk kazandığı ve bu gelişmeler karşısında caydırıcı olmak için de Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudiyetinde mümkün olduğu ifade ediliyor.

Şimdi geldiğimiz bu noktada 23 Mart 2003 tarihinde Sayın Başbakanın Newsweek dergisine verdiği bir mülakatta diyor ki:”Anlaştık, 12 buçuk mil giriyoruz ve bu konuda kimseden izin almaya ihtiyacımız yoktur.” diye ifadelerde bulunurken maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti Irak’ın kuzeyinde mevcudiyetimizle bu oyunları bozarız diyen tezkereye rağmen Irak’ın kuzeyine girmemiştir. Neden, kim tutmuştu? Millet iradesi vardır ama siyasi irade oluşmamıştır. O zaman sorgulanması gereken bu süreç içerisinde PKK terör örgütüyle mücadele anlamında hangi stratejiler kimlerin isteğine göre uygulandı ve neden bugünlere kadar geldik? Ve bugün geldiğimiz bu noktada etnik kimlik adı altında parçalanmanın Irak’ta yaşandığı bir ortamı görüyoruz.

Bakın 2007 yılından itibaren bu tezkerelerin hepsinde yer alan başlangıçtaki 2007 yılında tezkerede şunu söylüyor: “Irak’ın kuzeyinde PKK millî birliğe, güvenliğe, toprak bütünlüğüne saldırıyor ve açık bir tehdittir. Siyasi ve diplomatik girişim ve uyarılarda bulunduk, istenilen sonuçlar alınmadı. Terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlendirilmesi.”

2007 yılında diyor ki:”Siyasi ve diplomatik girişimlerden fayda alamadık.” diyor “O zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne ihtiyacımız var diyor.”

Peki, 2008 yılında ne diyor? Yine sebepler aynı, yine açık tehdit, yine toprak bütünlüğü, yine terör örgütünün bertaraf edilmesi amaçları var ama orada şunu söylüyor, diyor ki “Askeri faaliyetler başarılı, siyasi, diplomatik girişim ve uyarılar devam ediyor.” 2008’den bu yana Hükûmetin siyasi ve diplomatik uyarıları devam ediyor, askerler başarılı, terör artıyor.

Şimdi bu tezkere başlı başına Hükûmetin siyasi girişimlerinin ve uyarılarının başarısız olduğunu ortaya koyuyor, tezkere kendisi söylüyor. Devam ediyor, devam ediyor, devam ediyor. Bu tezkerelere bakıldığı zaman, Hükûmetin başarısız bir terörle mücadele anlayışını ortaya koyduğunu göstermektedir. Yani PKK terör örgütünü bertaraf etmek amacıyla, bu tezkereyle izin istiyorsunuz ama söylüyorum: Taraf olduğunuzu nasıl bertaraf edeceksiniz? Bugün taraf oldunuz. Maalesef bir taraftan terörle mücadele adı altında, bertaraf etme iradesi ortaya konurken, siyasi irade, siyasi girişimler adı altında, terörle müzakere zeminini oluşturmuştur. Bu bir paradoks oluşturduğu için maalesef Türkiye’de terörle mücadelede başarısız bir dönem yaşanmaktadır, işin özü budur.

Bugün geldiğimiz bu noktada, PKK gücünün bugün nasıl ve neden arttığını sorgulamak ve Kandil’de PKK’nın neden bertaraf edilmediğinin hesabının verilmesi gerektiği bir döneme geliyoruz. Bugün, “Vur kaç taktiğinden, vur kal taktiğine dönüşen PKK nasıl taraf hâline dönüştürdük, neden bunlar başımıza geldi?” diye AKP’nin kılavuzlarının düşünmesi gereken bir husustur.

AKP terörle mücadelede bir paradoksun kucağına düşmüştür. Açık ve nettir. Bu paradoks, terör örgütünü, terörü bir sorun olmaktan ziyade terör örgütünün, terörün kullandığı ve ulaşmak istediği amaçları belirleyerek bunları çözmeye yönelik kök sebeplere inmeyi yani bir siyasal çözüm oluşturma hedef haline gelmiştir. Bu bir paradokstur. Aslında böyle yapmakla PKK terör örgütünün kök sebeplerine inmek suretiyle bir bakıma terörün bir araç olarak kullanılmasını teşvik eden bir yaklaşım olmuştur. Böylelikle PKK terör örgütü kendilerinin haklı

olduğunu ve meşru olduğunu ve kendi amaçlarına ulaşabileceği konusunda cesaretlendiren bir yaklaşım tarzı ortaya konmuştur.

Her bir suçun kök sebebi vardır. Bugün geldiğimiz bu noktada İzmir’de kanserli bir hastanın kendisine yeşil kartın iptal edilmesi üzerine pompalı silahla yaptığı bir eylem neticesinde 16,5 yıl hapis cezası aldı ve Sayın Cumhurbaşkanına affedilmesi için… 6 aylık ömrü vardı ama Sayın Cumhurbaşkanının vakti kalmadı. O yeşil kartı iptal edilenin de sebebi vardı.

Eğer siz terörü ortadan kaldırmak yerine terörün sebeplerine inmeyi hedeflerseniz terör örgütü siyasi amaçlarına ulaşma noktasında cesaretlenir. Bu yönden bakıldığı zaman, terör örgütünün sebeplerine inip bu sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik hareketler nihai amacı olan siyasi hedeflerine odaklanmak için bir imtiyaz oluşturmuştur, böylece teröre meşruiyet alanı siyasal amaçlar doğrultusunda çözüme kavuşturma meşruiyeti oluşturmuştur ve bugün maalesef AKP bu paradoksun içine düşürülmüştür ve bu yönüyle bakıldığı zaman terörle mücadelede yapılaması gereken husus şudur: Terörün sebepleri, terörün Kürt sorunu olduğuna ilişkin ifadelerin hepsini reddetmek, ve bunun makul bir ifade tarzı olduğunu ifade edenlere karşı bu ifadeleri de reddetmek ve Bunun, bir meşruiyet alanı oluşturmayacağını belirtmektir. Böyle bir davranış yerine başka bir davranış terörü azdırır ki nitekim azdırmıştır. Terörist eylemlerin suç olduğu açıktır, cezalandırılmalıdır. Politik diyalog ve müzakere aracı olarak kullanılmamalıdır. Eğer siz, terör örgütüyle müzakere ederseniz silahın bir diyalog ve müzakere aracı olduğunu ortaya koymuş olursunuz. Terörün sebeplerine inerek sözde çözüm arayışı aslında bu terör örgütünü yönetenlerin, bu yöntemi kullanmasını da teşvik eder. O bakımdan, eğer siz, terör örgütünü dize getirmek istiyorsanız terör örgütünü yönetenlerin siyasal amaçlarını meşrulaştırma çabalarından vazgeçmeniz gerekir. Vazgeçmediğiniz sürece, terör örgütü, size masa kurar, siz de tıpış tıpış Oslo’lara gidip o masalarda çözüm ararsınız ve o masalarda çözüm aradığınız zaman barış için çözüm aradıklarını, terörle mücadele için bir çözüm aradıklarını söyleyenler aslında o masada oturanların nasıl 1.2 milyon euroya tanksavar pazarlığı yaparak yakalandığını gördüğü zaman demek ki bir elleri silahta, bir elleri masada olanlarla müzakere ediyorsunuz. Böyle bir tarzda terörle mücadele etmek mümkün değildir.

Bu çerçevede siyasal çözüm arayışı Türkiye’de ve Türkiye dışında iki temel yanlış değerlendirmeye götürmüştür. Türkiye’de, terör örgütünün devletin ve milletin yeniden tanımlanmasına yönelik talepleri meşrulaştırılmış, ve değerlendirilmiştir. Ne hazindir ki Türk Milletinin millî kimliği, dilimiz, cumhuriyetimizin şekli olmak üzere hepsi devletin ve milletin yeniden tanımlanması gerektiğine ilişkin PKK’nın siyasal amaçları uğruna sahip olduğumuz bütün değerler ayrıştırılmaya çalışılmıştır. İşte bu siyasal amaç, aslında AKP’nin düştüğü ilk yanlış olmuştur. Bu yanlışa düşmesinin de önemli bir sebebi vardır: Adalet ve Kalkınma Partisinin “millet ve devlet” tanımında sahip olduğu siyasal düşünce. Eğer, bir dışişleri bakanı “Milliyetçilik parçalanma getirir.” diyorsa, Öcalan 2007’de “Ulusçuluk, o kadar çatışma o kadar bölünmedir.” diyorsa, eğer Dışişleri Bakanı “Ulus devlet organik yapıları dağıttı, suni kimlikler meydana getirdi.” diyor, Öcalan da 2007’de “Ulus devlet, parçalanma, bölünme getirir.” diyorsa, bugün Türkiye Cumhuriyeti bakanlık makamlarında oturanlar “ulus devlet” fikri yerine “uluslararası iş birliği yapan devlet fikri benimsenmelidir.” diyorsa, eğer muhafazakâr demokrat kitapçığında “Etnik gruplara özerklik tanınmalı, makul ölçüde özerklik tanınmalı.” diyorsa, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin siyasal bir amacı da vardır. Bu yönüyle bakıldığı zaman, AKP’nin bu paradoksa düşmesinin bir başka sebebi de askerî vesayettir. Bunu, Sayın Gül, 28 Temmuz 2003 tarihinde Volfovits’te yaptığı bir kahvaltılı yemekte açıkça ortaya koymaktadır. “Sivilleşme” adı altında “askerin güç kazandığı zeminlerin ortadan kaldırılması” adı altında “terörle mücadelede eski yöntemler” diye güvenlikçi yöntemler yerine siyasal çözüm ön plana getirilmiştir ve bu yönüyle bakıldığı zaman, ikinci adımda Irak’ın kuzeyinde askerî varlığa son vermek, işte bu iki askerî vesayetin kaynağı olarak belirtilen terörle mücadelede bu paradoks hatasına düşmesi, askerî vesayetin kaynağı olarak terörle mücadeleyi görmesi, aynı zamanda Irak’ın kuzeyindeki askerî varlığımızdır.

Bu iki hata AKP’nin terörle mücadele yerine terörle müzakere anlayışına ittiğini gayet açık ve net bir şekilde görüyoruz. İşte bu safhada, 2002 yılında terörist başı İmralı’da hücresinin yolunu bulamayan bir mahkûmdu, bugün Türkiye’ye yol haritası sunacak hâle gelmiştir. Başbakan çözümü, terörist başının iki dudağı arasından bekler olmuştur. 2002 yılında gardiyanlarla muhatap olan İmralı canisi şimdi siyasi iradenin muhatabı olmuştur. 2002 yılında “Devlete hizmet etmeye hazırım.” diyen İmralı canisi bugün “Devlet bana nasıl hizmet eder?” noktasına gelmiştir. 2002 yılında yargı Türk milleti adına egemenliğini kullanarak hesap soruyordu, bugün terör örgütü ile Oslo’da pazarlık yapanlar yargıyı terör örgütünün emrine verdiğini gösteriyor. 2002’de “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” deniliyordu, bugün Oslo’da “Şehitler ölür, vatan bölünür.” diyenlerin müzakerecisi vardır. 2002 yılında şehitlerimiz için gözyaşı dökülürdü, bugün teröristler için gözyaşı döken emniyet amirlerinin, bunu insani ve vicdani bulanların yönettiği bir ülke vardır. 2002’de terörle mücadeleden polisimiz, askerimiz gururluydu, komutanları gururluydu, bugün teröristle mücadele edenlerle mücadele edilir bir Türkiye oldu. 2002’de terörist başını getirenler, sorgulayanlar gururluydu, bugün onlar tutuklu.

2002’de her yer PKK için güvensizdi, şimdi, her yer PKK için adeta bölge hâline getirildi. 2002 yılında teröristler yalnızca dağdaydı, şimdi şehirlerimizin ortasında bombalar patlatıyor; kaymakamı, öğretmeni kaçırıyor. Dün İmralı canisi terörist başıydı, bugün Genelkurmay Başkanı terörist başı oldu. İşte, aslında bu gelişler AKP’nin terörle mücadele politikasının Türkiye’yi hangi noktaya getirdiğini ortaya koymaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, Türkiye’nin sorununun bir terör sorunu olduğunu ve bu terör sorunuyla mücadele etmek için de politik, askerî, mali ve psikolojik desteklerin kesilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve bu tezkerenin amacının da özellikle askerî destekleri sağlayan Irak’ın kuzeyinde PKK yuvalanmasının bertaraf edilmesi amacıyla kullanılması gerektiğini düşünüyoruz.

OKTAY VURAL (Devamla) – O bakımdan Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tezkereye her zaman olduğu gibi olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)