Gerçek nedir? Nasıl Ulaşılır?


Hazırlanan bir kanun teklifinde “gerçeğe aykırı bir bilgiyi” yayma suçu ihdas ediliyor. Bu vesileyle bilgiye, doğruya ulaşma ve karar verme anlayışı hakkında tespitlerimi paylaşmak istedim.

Gerçek nedir?

Bilgi nedir?

Nasıl ulaşılacaktır?

Kim karar verecektir?

Günlük dilde, gerçeklik genellikle insan algısı ve hatasından bağımsız, gerçekte oldukları gibi şeylere atıfta bulunur. Gerçeklik aynı zamanda genellikle emin olduğumuz şeyleri, hiçbir hüsnükuruntunun değiştiremeyeceğine inandığımız şeyleri tanımlar.

Elbette, insanların zihin ve duyularından bağımsız nesnel bir dünyaya doğrudan erişimi yoktur ve öznel kesinlik gerçeğin garantisi değildir. Filozoflar yüzyıllardır bu sorunlarla uğraştı.

Kimin haklı olduğuna kim karar vermeli?

Ve kimin karar vereceğine kim karar vermeli?

Bu, toplumların hakikat hakkında bir tür kamusal anlayışa nasıl ulaştığıyla ilgilenen sosyal epistemolojinin (Bilgibilim: bilginin felsefesi, bilginin doğası, kaynağı ve kapsamı) sorunudur. Bu, her kültür ve ülke için temel bir sorundur.

Geleneksel kabile toplulukları, gerçeklikle ilgili soruları çözmek için sıklıkla kehanetleri kullanır.

Dini topluluklar, kutsal metinleri liderleri tarafından yorumlandığı şekliyle kullanırlar.

Otoriter devletler, hükümeti objektifliğin(tarafsızlığın) kaynağı görürler.

Gerçeklikle ilgili soruları çözmenin başka birçok yolu var. Çoğu korkunçtur, otoriterliğe, şiddete ya da her ikisine de güvenirler. “tam bir anlaşmaya varılamadığında, belirli bir şekilde düşünmeyen herkesin kırımı, bir ülkede kanaatleri yerleştirmek için çok etkili bir araçtır.”

Temel meseleler ve hatta temel gerçekler hakkında fikir ayrılığı, insan doğasına içkindir ve özgür bir toplumda esastır. Temel önermeler üzerinde oybirliği mümkün değilse ve hatta arzu edilir değilse, işlevsel bir toplumsal gerçekliğe sahip olmak için ne gereklidir?

Cevap, doğrulama yöntemi üzerinde kamusal fikir birliğine yaklaşan bir şeye ihtiyacımız olduğudur. Hepimiz aynı şeylerin doğru olduğu konusunda hemfikir değiliz ve olamayız, ancak doğruyu yanlıştan ayıran şeyin ne olduğu ve kimin yaptığı konusunda hemfikir olmak gerekir.

Şu halde asıl mesele nesnelerin ve olayların gerçekliklerinin bilinmesine götüren yollar ve bunu sağlayan sosyal anlayıştır. Bilginin felsefesi, bilginin doğası, kaynağı ve kapsamını belirleyen yollar ve süreçleri kültürümüz ve medeniyetimiz ekseninde nasıl değerlendirmeliyiz?

İmam Maturidi önce bilginin yolları, bilginin değeri, bilginin kaynakları, bilginin türleri sorununu tartışarak kuram oluşturmuş, sonra bilgi üretmiştir. Adeta ortaya koyduğu “Bilgi anayasası”; duyular, haber ve mantık(akıl yürütme) olmak üzere üç sacayağından oluşur:

“Bilginin temel aracı duyuların idrakidir. Bunu inkar cehaleti tercih eder. Bunlarla bir şeyin varlığı üzerinde yürütülen fikri tartışmaya girilmemeli. Bunlar varlığı da yokluğu da kabul etmez. Bunlara mizah kabilinden “İnkar ettiğini biliyor musun?” diye cevap vermek gerek.”

İmam Maturidi akılların tek başına kavrayamadığı iyiliklerle kötülüklerin duyu ve haber yoluyla öğrenilmesi, ancak algılayanların “konuşması” ve diğerlerinin de kulak verip “dinlemesi” ile mümkün olur. Bunları inkar edene mizah kabilinden “Ne diyorsun?” diye hitap edilmeli.

Maturidi’ye göre duyu ve haber yoluyla bilgi edinirken akıl yürütmeye ihtiyaç vardır. “Duyulur alem aracılığıyla duyulmayanı anlama gerekli kılınmış, düşünme ve akıl yürütme emredilmiş ve bu yöntemin kişileri gerçeğe vakıf kıldığını, isabetli yolu gösterdiğini belirtmiştir.” “Nesnelerin ve olayların meşru oluşu veya olmayışı, kötü fiillerle iyi fiiller, bütün bunlar hakkında duyuların algılayışı ve haberlerin gelişinden sonra bile elde edilebilecek nihai bilgi sadece akıl çerçevesindedir ve tefekkür ve akıl yürütmeyle ulaşılabilecektir.”

Şu halde bilginin anayasasının kendi kontrol ve denge eşdeğerleri, güçler ayrılığı (uzmanlaşma), yönetim kurumları (bilimsel topluluklar ve meslek kuruluşları), oylama (alıntılar ve teyitler) ve sivil erdemleri içinde “bilgi” ve “gerçek arayışı” olmalıdır.

Bilginin oluşumunda topluluğun üyeleri, bilgi üzerinde anlaşmak zorunda değildir; bütün mesele, aslında, onların anlaşmazlıklarını yönetmektir. Ancak bazı kurallar üzerinde anlaşmaları gerekiyor.

Bu kural hipotezin sürdürülmesini sağlar. Maturidi’nin ifadesiyle “konuşma”dır. Bu özgür konuşmadır. Akıl verilen insan, özgürdür, çünkü cüz-i irade sahibidir. Bunu, sorumluluk ve cüz-i iradeyi birbiriyle ilişkilendirip, insanın yapıp ettiklerine dikkat etmesi gerektiği ve sorumlu bir varlık olarak davranması gerektiği şeklinde anlamak gerekir.

Ancak bir başka kural da, bir hipotezin ancak sorgulama ve eleştiriye dayandıktan sonra insanları ikna ettiği sürece gerçekliğe katılabileceğidir. Bu sosyal testtir. Bunun için de “dinleme”yi mümkün kılan ortam gereklidir.

“Gerçeğe aykırı bilgi” suçu ihdas edilirken bilgi edinme yolları ve bunu sağlayan toplumsal ağ ve süreçlerinin körleştirilmesi riski dikkate alınmalı. Bu bakımdan enformasyon üreten sosyal epistemolojisi(bilgibilim) ile dezenformasyon yapan trol epistemolojisi ayırılmalı.

Bilgi ve doğruyu arama, ulaşma ve karar sürecinde kamusal bir anlayış otoritenin demokrasisi ile değil, demokrasinin otoritesiyle sağlanır. Bunun için temel kural Maturidi’nin ifadesiyle “konuşmak”, “dinlemek” ve sorumluluk duyan özgür insanların tercihiyle karar vermektir.

“Konuşma”, “dinleme” ve sorumluluk taşıyan “özgür insan” olmadan doğruyu yanlıştan, haramı helalden, gerçeği yalandan, iyiliği kötülükten, araçsallığı amaçtan, haklıyı haksızdan, adaleti zulümden, bileni bilmeyenden, kin ve nefreti sevgiden, teslimiyeti işbirliğinden nasıl ayıracağız?

Bu kurallar amele bakarak imanı sorgulayan, pratikle öğretinin illiyetini koparan, pratiği sorgulayanı dışlayan, akletmeden itaati önceleyen, iradesini kendi dışındakinin emrine sunan, yokluğa, yoksulluğa, haksızlığa biat eden bireysel, kurumsal ve toplumsal anlayışı da ayırır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir