Parçalanan demokrasi…


“Türk Milleti’nin kültür ve devlet felsefesi, Türk milliyetçilik dünya görüşü için de, milli bütünleşme ve milli demokrasi ülküsüdür.” “Demokrasi milletin, siyasi, kültürel ve iktisadi yönetime katılması, siyasi, kültürel ve iktisadi hâkimiyetin millete ait olmasıdır.”(Türkeş)

Demokrasi, “demos” (halk) ve “krasos” (iktidar, kuvvet) köklerine de uygun olarak, bir “demos-krasos”tur (halk iktidarı).

Demokrasinin başarısı, onu uygulayan toplumun doğasına bağlıdır. Bir demokrasi içindeki vatandaşlar, günden güne genellikle aynı fikirde olmasalar bile, onları bir arada tutan bazı kalıcı ortak bağlar, çıkarlar veya bağlılıklar hissetmelidir. Milli bütünleşme, halkı sistem ve sosyal entegrasyon süreçlerine bağlamakla sağlanır. Maalesef toplumumuz o kadar parçalanmış ve çok kutuplu hale geldi ki, demokrasi için gerekli olan bağlılık duygusu büyük baskı altında.

Siyaset bozuk ve verimsiz görünüyor.

Siyaset daha çok merkezkaç bir toplumsal güç olarak hareket ediyor. Ötekileştirme, düşmanlaştırma, marjinalleşme…

Birbirinden derin yarıklarla ayrışmışlar arasındaki siyaset anlayışı farklılığının “kesişme”si ortak bir iradeyi ortadan kaldıracağı için demokrasi’nin önünü kesecektir.

Temelde farklı görüşlere sahip insanlarla zayıf bağlar kurma fırsatları bile olmadan, insanların siyasi muhalifleri düşman olarak görme ihtimali daha yüksektir.

Elbette siyaset her zaman bir karşıtlık unsuruna sahip olmuştur, ancak demokrasi bunu yumuşatmak için hem bir sisteme hem de heterojen aracı kurumlara ihtiyaç duyar.

Bugün kazananın herşeyi aldığı sistem ve kurumları bir araya gelmemizi sağlamıyor. Kurumsallaşmış müzakerelerden uzağız.

Çoğunluğun tek bir adam tarafından temsil edilmesi, çokluğun çoğunun onun kendi çıkarlarına tamamen yabancı olduğunu düşünmemesini gerektirir. Oysa hem sistem ve kurumları, hem de kutuplaşma sonucu çokluk kendini yabancılaşmış ya da hoşnutsuz hissediyor.

Kişisel iktidar ve siyaset, yönettikleri toplumlarda kutuplaşmayı beslerler. Bunun nedeni, bu sistemlerde politika tercihlerinin, birden çok aktör ve kurum arasında bir pazarlık sürecinden çok, liderin tercihlerini daha güçlü bir şekilde yansıtmasıdır. Siyasetin kişiselleşmesi, denge ve denetimin sağlamlaştırmasına karşı adım atılmasını, katılımcılığı zorlaştırır, kurumsal kontrolleri kaldırma yeteneklerini kolaylaştırır, toplumlarda kutuplaşmayı artırır.

Kişisellik ve demokrasi bir arada var olamaz. Demokrasinin aşamalı olarak parçalanmasını sağlar.

Oysa milli irade kazandığı toplumsal desteğe göre sistem içinde kendine bir güç/değer bulabilmelidir. Halkın ve temsilcilere verdiği güç gerek iktidarda gerekse denge-denetimde değersiz. Bugünkü sistemin yapısı ve siyasetin kişiselleşmesi meclisin, milletvekilinin, bakanın, kurumların ve bürokrasinin halka karşı sorumluluğunu ve katılımını öteliyor.

Kurumsallaşmış müzakereler olmaksızın azalan uzlaşma kapasitesi, siyasi gündeme daha aşırı siyasi çözümler getirerek kutuplaşmaya ve yabancılaşmaya yol açar.

Öte yandan, farklı siyasi görüşlere ve kültürel duyarlılıklara sahip insanların birbirleriyle yakınlığı besleyen kurumlarda bir araya gelme ihtimali de eskisinden daha az.

Sosyal sermaye, sivil toplum da kutuplaşma etkisinde. Bu rüzgara kapılan dini kurumlar, denge sağlama kapasitesini azalttı. Sivil ve mesleki örgütler parçalanıyor giderek daha homojenleşiyor.

Milli bütünleşme için sistem ile sosyal süreçlerde halkın kendini değerli hissetmesini sağlamak gerekir.

“İnsana değer ver ki devlet yaşasın.”

Bu bakımdan gerek sistem gerekse toplumsal süreç ve kurumlarda yenilenme gerekir.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir