Dün İstanbul’un fethinin 561. Yıldönümüydü, bu fetihle Türkler bir çağı açıp bir çağı kapatmış, Türk İslam mührünü yalnızca İstanbul’a değil, 3 kıtaya vurmuştur. Fetih ve Fatih bize sadece bir şehrin nasıl zaptu rapt altına alındığını değil, ondan daha mühimi 600 yılı aşkın hüküm süren bir devletin nasıl ayakta kaldığını da anlatır. İstanbul’un fethi sadece kuru bir cihangirlik davası değil, adaleti mülkün temeli haline getiren bir düşüncenin eseridir. Fatih’i Fatih yapan, Türk İslam medeniyetini yüzyıllarca burçlara diken işte bu düşüncedir.
Başbakan Erdoğan da dün İstanbul’da Fetihle ilgili bir dizi konuşma yaptı. Konuşmaların teması Fetih ve Medeniyetti. Başbakan Erdoğan gençlere Fetih ruhundan, fethin toprak değil gönül kazanmak olduğundan bahsetti, Yunus’un “biz gönüller yapmaya geldik” dizelerini okudu.
Bütün bunları söyledi söylemesine de, Peki Erdoğan’ın gerçekten fetih ruhundan haberi var mı? O fetih ruhunun merkezinde ne olduğunu gerçekten idrak edebilmiş mi? Mesela orada herşeyden bahseden Erdoğan Fethin adalet ruhundan niye bahsetmedi?
Biz Erdoğan’dan Fetih ruhunu anlatırken, Fatihi mahkemeye çağıran Kadı’nın, Fatih aleyhine karar vermesiyle sonuçlanan dava sonrasında Sultan’a dönüp “Eğer padişahlığına güvenip de benim verdiğim karara karşı gelseydin şu gördüğün topuzla senin işini bitirirdim” diyebildiğini ve Kadının bu cümlelerine istinaden Fatih’in de “”Eğer ki benim padişahlığıma dikkate alıp farklı bir karar verseydin ben de şu kılıçla işini bitirirdim” şeklinde karşılık verdiği o hadiseyi anlatmasını, gençlere “Fetih Ruhu işte budur” demesini beklerdik.
Fetih ruhu bir başbakanın kendi hakkında yürütülen asrın yolsuzluk ve rüşvet davalarını soruşturan savcılara hakimlere “Kaçmayın daha sizinle işimiz bitmedi” diyerek tehdit savurması mıdır? Yoksa tıpkı Fatih gibi mahkemenin huzuruna çıkması , adalete kendini teslim etmesi midir?
Fetih ruhu, tüyü bitmedik yetimin hakkını korumak için asrın yolsuzluk ve rüşvet davasını soruşturan polislere “Hainler, ajanlar, darbeciler” diyerek onları vicdansızca oraya buraya sürmek midir? Yoksa adli süreçlerin önünü açarak “şeriatın kestiği parmak acımaz” demek midir?
Fetih bakanlarının rüşvete boğulmasına müsamaha göstermek, rüşvetçi zibidilerin önüne yatmak mıdır?
Fetih ruhu Bakar suresiyle Makara diyerek dalga geçenleri balkonlara çıkarıp gençlere alkışlatmak mıdır?
Fetih ruhu iktidar uğruna papaz elbisesi giymek, İslam dünyasını kana boğan BOP eşbaşkanlığıyla övünmek midir?
Fetih ruhu Irak’ta Müslümanları öldüren AMERİKAN askerlerinin sağ salim dönmesi için dua etmek midir?
Fetih ruhu, Türk’ü bu coğrafyadan sökmek isteyen Sevrleri hortlatmak, Ermeni soykırım iddialarına çanak tutmak, “YES BE ANNEM” diyerek Kıbrıs davasını satmak mıdır?
Fetih ruhu, Hazreti Peygamberin övgüsüne mazhar olan Türk milletinin adını ayaklar altına almak mıdır?
Fetih ruhu ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim diyen Fatih’in bu sözlerine karşı “ne olacak üç beş ağaç” diyerek, milli varlıkları yok etmek, Ormanlarımızı AVM’ci Residanscı yandaşlara peşkeş çekmek midir?
Başbakan dün İstanbul’da diyor ki; “Biz kula kul olmadık, olmayacağız. Biz kullar karşısında eğilmedik, eğilmeyeceğiz. Biz sadece Hakk’ın karşısında eğiliriz.”
Herkes 17 Aralık’ta Erdoğan ve Erdoğangillerin kimin karşısında, nasıl eğildiğini çok iyi gördü. Onların, bırak kullar karşısında eğilmeyi, rüşvetçi karapacı paracı Rıza’ların önüne nasıl yattığını herkes bilmektedir.
Erdoğan’ın İmralı karşısında nasıl süklüm büklüm olduğunu, milletin iradesini bebek katillerinin eline teslim ettiğini herkes görmektedir.
Çocukları dağa kaçıran teröristlere karşı iradelerini ortaya koyamayıp, siyasi uzantılarına el açanları bu millet birkaç gündür ibretle izlemektedir.
Samimiyet fukarası başbakan dün yine gayri samimi sözlerine devam etti. Başbakan dünkü konuşmasında “”Bizim medeniyetimizin gençliği, haksızlık karşısında sesini yükseltebilecek cesarete sahip bir gençliktir. Bizim medeniyetimizin gençliği, eleştiren, haksızlığa itiraz eden, ‘yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum’ diyen bir gençliktir” diyor. Erdoan’ın bu söylediklerin iyi güzel de, sözleriyle icraatları hiç birbirini tutmuyor. Maden kazası sonrası içi yanan gence “sen başbakanı nasıl protesto edersin, öyle yaparsan işte böyle tokadı yersin” diyen Erdoğan değil miydi? Muğla’da 17 yaşında bir gencin boğazına sarılan Erdoğan değil miydi?Haksızlık karşısında tepkilerini dile getiren gençleri müşavirine tekmeleten Erdoğan değil miydi? Onu hala görevde tutan Erdoğan değil mi? Haksızlığa, adaletsizliğe karşı çıkan gençleri terörist ilan eden Erdoğan değil mi?
Başbakan yine sözünün devamında edepten, adaptan bahsederek, “Sizler, edebi ve adabı ayaklar altına alan, bu toprakların hamurundaki edebi çiğneyen bir gençlik asla olmayacaksınız. ” diyor. Eyvallah, Erdoğan doğru söylüyor da, çiftiçiye “ananı da al git” diyen, seçim meydanlarında kirli kasetler üzerinden siyaset yapan, başörtülü kadınlara “altı kaval üstü şişhane” diye edep dışı sözler sarf ederek gençlere edep çiğnemeyi öğreten kim? Küfürcü, tekmeci tokatçı milletvekillerinle ilgili “herkes hak ettiğini alır” diyerek bu davranışları takdir eden Erdoğan değil mi? Affedersiniz ama, bu milleti eşek yerine koyarak edepsizlikte zirve yapan Kızılay İstanbul Şube başkanı için Erdoğan ne yaptı? Duyanınız bileniniz var mı?
Edepsizce vatandaşı tekmeleyen danışmanı için ne yaptı?
Millete ahlak dersi veriyor da, aylardır iftira hatipliği yapmaya, hiçbirini ispatlamadan, aylardır pek çok iddia ortaya atıp pek çok kesimi zan altında bırakan biri olarak bu sözleri sarf etmeye Erdoğan utanmıyor mu? Bu nasıl bir edep, bu nasıl bir ahlak anlayışıdır ki sayısız iddia ortaya atacaksın hiçbirini ispatlamayacaksın. Buna çamur at izi kalsın denir. Kabataş olayı ne oldu, aradan kaç Cuma geçti? Cami imamını sürmenin dışında orada dillendirdiği hangi iddiaları ispatladı?
Erdoğan yine konuşmasında diyor ki, “Şimdi bize zaman zaman geliyor kardeşlerimiz, öğretmenler işte ‘Bize bir 10 bin daha, 20 bin daha’… Biz devlet yönetiyoruz, bakkal dükkanı yönetmiyoruz. Bizim bir bütçemiz var. Ücret politikaları noktasında bir yerlerle kıyasa düşersek orada da yanlış yaparız.”
2002’de atanamayan öğretmenlerin hepisini atayacağını söyleyen Erdoğan değil miydi?
Ey Erdoğan, Kiliselerin tamiratına para buluyorsun da, İMF’ye 5 milyar dolar borç vereceğini söylüyorsun da, senin bütçen atanamayan öğretmenler olunca mı zorlanıyor. İMF’ye 5 milyar dolar vereceğine atanamayan öğretmenleri atasan. Ya İMF’ye 5 milyar dolar borç vereceğin yalan, ya da atanamayan öğretmenlere bütçenin olmadığı yalan.
Ey Erdoğan, atanamayan öğretmenler için para bulamıyorsun da bir türlü sıfırlanamayan o milyarları nereden buldun? Birazını da atanamayan öğretmenlere ayırsaydın ya?
Atanamayan öğretmenlere para bulamıyorsun da, Havuz medyasından 6 yıldır vergi almama bonkörlüğünü nasıl gösteriyorsun? Havuz medyasının vergisine ihtiyacın yoksa neden atanamayan öğretmenleri atamıyorsun?
Ey Erdoğan yandaş Müteahitlerden, işadamlarından affettiğin vergilerini toplasan ne atanamayan öğretmen kalır, ne de ücretli öğretmen kalır.
Yoksullara dağıtılan çuvallarından 5’er kilo kömür çaldırmasan, onlarca atanamayan öğretmen atanır.
Bir kişi aynı konuşmanın içinde hatta aynı paragrafın içinde kendini yalanlayabilir mi? Zor. Ama başbakan Erdoğan bunu başarıyor. Seçilme yaşını 18’e indireceklerini söyledi. Tabii bu sözlerinde ne kadar samimi olduğunu da şu sözleriyle tekrar yalanladı. “Şu anda 25 yaptık da parlamento 25 yaşında olanlarla mı doldu? Şu anda 25-30 yaş arası genç sayısı parlamentoda parmak sayılarını geçmez. 550 kişilik parlamentoda parmak sayılarını geçmez.”
Erdoğan’a sormazlar mı, madem 25 yaşındakileri milletvekili yapmadın, madem bunun gerçek hayatta bir karşılığı yok, 18 yaşındakilere niye yalan söylüyorsun?
Bir de gençlerin her sorunu bitti de tek derdi milletvekili olmak mı kaldı? Allah aşkına sen uzayda mı yaşıyorsun.
O gençler okuyamamaktan şikayetçi.
O gençler iş bulamamaktan şikayetçi.
O gençler parasızlıktan işsizlikten, yuva kuramamaktan şikayetçi.
Onlar kendilerini özgürce ifade edememekten şikayetçi.
Senin kısıtlamalarından, despotça davranışlarından şikayetçi.
Erdoğan bütün bunları bırakmış, gençlere milletvekilliğinden bahsediyor. Sen önce onlara iş, aş, eş, iyi bir eğitim sağla. Onlar milletvekili de olur, bakan da olur. Sen önce onlara insan onuruna yakışan bir yaşam sağla.