Henry Kissinger, diplomasinin dev ismi, 2022’de kariyerinin sonlarında kaleme aldığı “Liderlik: Dünya Stratejisi Üzerine Altı Çalışma” kitabında, modern dünyanın karmaşıklığı içinde liderlik sanatını mercek altına almış. Kitapta incelenen altı farklı liderin, (Konrad Adenauer(Almanya), Charles de Gaulle(Fransa), Richard Nixon(ABD), Enver Sadat(Mısır), Lee Kuan Yew(Singapur) ve Margaret Thatcher(İngiltere)), hayatları ve stratejileri üzerinden, etkili liderliği mümkün kılan temel unsurları ortaya koyuyor.
Bu unsurlardan belki de en çarpıcı ve günümüz için düşündürücü olanı, liderin kendi milli kimliğine duyduğu derin bağlılık olarak karşımıza çıkıyor. Kissinger’a göre bu bağlılık, sıradan bir vatanseverlik hissinin ötesindedir. Liderin ulusunun tarihini, değerlerini, özlemlerini ve benzersiz koşullarını derinlemesine anlaması ve içselleştirmesi anlamına gelir. Bu, sadece kişisel bir özellik değil, aynı zamanda strateji oluşturma, halkı seferber etme ve kalıcı bir etki bırakma yeteneğinin kritik bir bileşenidir. Liderlerin kendi uluslarının kaderine, çıkarlarına ve kimliğine duyduğu bu derin bağlılığın, onların liderliklerini nasıl şekillendirdiğini ve motivasyonlarının temel kaynağı olduğunu göstermektedir.
Peki, neden milli kimliğe bu denli derin bağlılık, Kissinger için liderlikte bu kadar merkezi bir rol oynar? Öncelikle, bu bağlılık liderin stratejilerini ulusal gerçekliklere dayandırmasını sağlar. Kissinger’ın incelediği liderlerin çoğu, ulusları için varoluşsal kriz veya kritik dönüşüm dönemlerinde görev yapmışlardır. Bu liderler, kendi uluslarının özgün koşullarını, tarihini ve çıkarlarını derinlemesine anlamışlardır. Onların stratejileri, bu ulusal gerçekliklere dayanmıştır. İkincisi, milli kimlik, liderin halkını seferber etme ve birleştirme gücünü doğrudan etkiler. Lider, ulusunun özlemlerini, umutlarını ve hatta travmalarını somutlaştırdığında, halkla derin bir bağ kurar.
Peki, bu derin milli kimlik bağlılığının olmaması, yani liderin ulusundan kopuk olması hangi sonuçlara yol açar?
Kissinger’ın analizlerinden çıkan sonuçlar oldukça belirgindir ve genellikle olumsuzdur:
1. Stratejik Körlük ve Ulusal Gerçekliklerden Kopma: Ulusunun tarihini, kültürünü ve gerçek kapasitelerini anlamayan bir liderin stratejileri, boş ve uygulanamaz kalma riski taşır. Ulusal koşullara dayanmayan politikalar, ülkeyi yanlış yönlere saptırabilir ve ciddi sonuçlara yol açabilir.
2. Halktan Kopukluk ve Seferber Edememe: Ortak bir kimlik etrafında birleşme yeteneği olmayan liderler, halkı önemli hedefler için motive etmekte veya fedakarlık talep etmekte başarısız olurlar. Bu da politikaların uygulanmasını imkansız hale getirebilir ve toplumsal bölünmelere yol açabilir.
3. Ulusal Güvenin Aşınması: Kendi ulusunun kimliğine veya misyonuna tam olarak inanmayan bir lider, ulusal kendine güveni zayıflatır. Bu durum hem iç moral üzerinde yıkıcı etki yaratır hem de dış ilişkilerde ülkeyi daha savunmasız hale getirir.
4. Kalıcı Etki Bırakmada Başarısızlık: Milli kimliğe derinden bağlı liderler, uluslarının gidişatını kalıcı olarak etkileyen kararlar almışlardır. Bu bağlılıktan yoksun bir liderin eylemleri ise geçici, yüzeysel veya ulusun uzun vadeli çıkarlarına aykırı kalabilir.
5. Dar Odaklı ve Kişisel Çıkar Güden Liderlik: Kissinger, çağdaş meritokrasinin zorluklarından bahsederken, liderlerin dar entelektüel yeteneklere odaklanıp, hizmet yerine kendini ifade etme veya kendi ilerlemesi peşinde koşma riskini ima eder. Milli kimliğe derin bir bağlılığın olmaması, bu dar odaklılığı pekiştirebilir ve liderin ulusun geniş bağlamını göz ardı etmesine neden olabilir.
Kissinger’ın analizi, liderlik sanatının sadece stratejik zekâ veya yönetim becerileriyle sınırlı olmadığını gösteriyor. En derininde, liderlik bir kimlik meselesidir. Lider, ulusunun özünü anlamalı, onu temsil etmeli ve onun için bir gelecek vizyonu oluştururken bu kimliği temel almalıdır. Günümüzde meritokrasinin çürümesi ve teknolojinin lider-halk etkileşimini değiştirmesi, bu derin milli bağın kurulmasını ve sürdürülmesini zorlaştırabilir. Bu süreçte liderlik, artık karakter, vatanseverlik, derinlemesine düşünme ve topluma karşı sorumluluk duygusu yerine, kişisel ilerleme, yüzeysel sunum ve anlık etki yaratma becerileriyle tanımlanmaktadır. Bu durum, toplumların ortak bir vizyon etrafında birleşmesini ve kalıcı, anlamlı bir ulusal kimlik inşa etmesini engellemektedir. Ancak Kissinger’ın incelediği liderlerin hayatları, bu bağın ne kadar vazgeçilmez olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Milli kimliğe köklü bağlılık, liderlere kriz anlarında cesaret, zorlu kararlar alırken pusula ve halkı ortak bir amaç için bir araya getirme yeteneği sunar. Bu olmadan liderlik, içi boş bir makamdan ibaret kalma riski taşır ve ulus, yönünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Sonuç olarak, Kissinger için etkili ve dönüştürücü liderlik, liderin sadece bir yönetici değil, aynı zamanda milletinin ruhunun bir parçası olmasını gerektirir. Milli kimliğe duyulan bu derin bağlılık, liderliğin sadece ne yaptığını değil, aynı zamanda kimin için ve hangi değerler uğruna yaptığını belirleyen temel güçtür.
Kissinger’in incelediği 6 lider üzerinden çıkardığı Liderlik derslerinden milli kimlik bahsini bir kenara koyalım.
Milli mücadele ve Cumhuriyetin kuruluşuna liderlik etmiş Atatürk’e kulak verelim:
Atatürk şöyle ifade etmiş: “Memleket ve millete hizmette öncü olmak isteyenlerin ilham kaynağı, milletin gerçek duyguları ve ülküleridir. Anılmaya değer bir hareketimiz varsa, bu, milletin duygularına ve eğilimlerine temas etmeye çalışmaktan ibarettir. Her türlü başarının sırrının, her çeşit güç ve kudretin asıl kaynağının bizzat millet olduğuna inancımız tamdır.”
“İzlediğimiz yol, aramızdan birimizin tek başına çizdiği bir hat değildir; bütün düşüncelerin bileşkesinin ortaya çıkardığı çerçevedir. Bu yüzden doğrudur, isabetlidir.”
“Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir.”
Atatürk halkın, hakiki veya gerçek duygularından, eğilimlerinden ve hedeflerinden bahsetmiştir; buradan O’nun her duyguyu, eğilimi ve hedefi hakiki veya gerçek saymadığı anlaşılmaktadır.
Atatürk, her toplumun bir kolektif vicdana sahip olduğunu belirtmiştir ve kolektif vicdanın halk tarafından açık bir şekilde ifade edilmemesinin sonucu olarak kolektif vicdanın bulunmadığı sonucuna varılmaması uyarısını yapmıştır.
Atatürk’e göre, kolektif vicdana uymayan eğilimler hakiki eğilimler olarak algılanmamalı idi. O’na göre, “kamuoyu” olarak öne sürülen “sunî fikirler” sadece kişisel eğilimler olarak düşünülmeliydi.
Bugünlerde en çok kavramanız gereken milletin kolektif vicdanıdır. Millet ve devlet varlığımızın değerleri kolektif vicdandadır. Unutmayın ki bu vicdan mülkiyetlerin en kutsalıdır. Buna sahip değilsek diğerlerinin değeri yoktur. Bu vicdanın gereklerine “uygun şekilde davranmak” “hiçbir şeyin bize muafiyet veremeyeceği bir görevdir.”
Ey Türk milleti işit! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir!