Şırnak Uludere Olayı ile ilgili TBMM’de Yapılan Konuşma


28 Aralık tarihinde güvenlik güçlerimizin, teröristlerin sınırı geçeceğine dair bir istihbaratı değerlendirmesi sonucunda yaptığı operasyon ve bu operasyon sonucunda 35 vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle ilgili, Sayın Başbakan Yardımcısının gündem dışı bir konuşmayla bu konuda bilgi vermesi üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüş ve düşüncelerinizi paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, bu elim olayda hayatını kaybeden vatandaşlara Allah’tan rahmet diliyorum.

Tabiatıyla, parti olarak, bu hadise meydana gelir gelmez, öncelikle Sayın Genel Başkanımız 31 Aralık 2011 tarihinde, bilahare bugünkü konuşmada da bu meseleye Milliyetçi Hareket Partisinin bakış açısını ortaya koymuştur.

Her şeyden önce şu akıldan çıkartılmamalıdır ki Türkiye’nin terörle mücadelesinin hukuki, siyasi ve demokratik meşruiyeti hep olmuştur ve bugüne kadar Türkiye, bütün cumhuriyet hükûmetleri de terörle mücadele ederken, demokratik ve hukuki meşruiyeti aşmadan bunun mücadelesini sürdürme konusunda kararlılıkla yerine getirmiştir.

Tabii, Sayın Bakan biraz önce “Biz terörle mücadele ediyoruz.” derken ve daha önceki hükûmetler döneminde birtakım yanlışlıklar yapıldığını söylerken, böyle bir konuda bile, böylesine millî bir konuda bile geçmişi suçlama gayretkeşliğini doğrusu kabul etmemiz mümkün değil. O bakımdan bugün yürütülen mücadele ne kadar meşru ise dün de yürütülen meşruydu, onun da hukuki ve demokratik meşruiyeti vardı. O bakımdan Sayın Bakanın böyle bir konuda sanki kendilerinden önceki hükûmetler mücadele etmiyormuş gibi bir intiba uyandırması kabul edilemez. Ama her şeyden önce bir farklılık ortaya koyması gerekirken “Terörle mücadele ediyoruz.” diyen Sayın Beşir Atalay’ın çözümlemeleri Oslo’da PKK’yla yapılan müzakerelerin zemininde de görüşülüyordu yani aynı zamanda demek ki bir müzakere sürecini de başlatan bir Başbakan Yardımcısı ve bu çözümlemeler doğrultusunda da açılım safsatalarını bugünlere taşıyan bir Başbakan Yardımcısı olduğundan da haberimiz olması gerekiyor.

Tabii böyle büyük fedakârlık gösteren, büyük bir mücadelenin içerisinde cımbızla bazı olayları alıp bu olayları çarpıtmak ve terörle mücadeleyi sorgulatmak aslında psikolojik bir harekâtın sonucudur. Terör örgütüyle amaçlarına ulaşamayacakların, açıkçası terörle mücadele edenlerin koruduğu siyasal değerleri anlamsızlaştırması ve bu yönüyle bakıldığı zaman da terörle mücadeleyi âdeta hukuk dışı, demokrasi dışı bir mücadeleymiş gibi göstermesi ve Türkiye’yi de bir siyasal çözüme zorlaması silahlıların yapmak istediğini silahsız bir şekilde yapmak isteyenlerin aynı yolda buluşması demektir. O bakımdan Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar sürdürdüğü terörle mücadele konusunda hep halkı teröristten ayırmasını bilmiş ve büyük özen göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti devletini bu münferit olaylarla birlikte “Devlet katliam yaptı, katliamcı devlet.” diyerek suçlamak isteyenler, aslında böyle bir olaydan nemalanmak isteyenler Türkiye’yi nereye götürmek istiyor, bunu dikkate almamız gerekmektedir. Dolayısıyla olayı münferit bir olayın ötesinde daha büyük bir siyasal oyunun bir parçası olarak ele almak ve bu yönüyle terörle mücadeleyi meşruiyet dışı gösterip “Türk Silahlı Kuvvetleri silahı bıraksın, yapamıyor.” demek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek için böyle bir olayı kullanmak isteyenleri de açıkçası deşifre etmemiz gerekmektedir.

Terörle mücadele edilirken -siyasal amaçları meşrulaştırmak- “Terör örgütünün istediklerini, kim ne istiyorsa hepsini vereceğiz, cebimizden vereceğiz.” diye söyleyenler terör örgütünün siyasal amaçlarına ulaşması noktasında aynı hedefte buluşuyorsa, bütün bu yapılmak istenenleri, “Bugün devlet katliam yaptı.” diyenler ile siyasal çözüm arayışlarını ve “Bugün kim ne istiyorsa her şeyi vereceğiz.” diyenlerin bizi götürmek istedikleri istikametlerin hangi noktada buluştuklarını da çok iyi tahlil etmemiz gerekir. Bugün, bütün bunlarla ilgili olarak, terörle mücadelenin siyasal anlamıyla koruduğu değerleri göz ardı edenlerin, siyasal çözüm arayanların bu olayları çarpıttığına şehadet ediyoruz.

Bakın, bugün geldiğimiz bu noktada Türkiye’nin terörle mücadelesinde, bugün Hükûmetin terörle mücadele konusunda hiç olmazsa adım atması noktasında önemli birtakım faaliyetlerin sürdürüldüğü bir ortam içerisinde Türkiye’nin terörle mücadelesini meşruiyet dışına sokmak isteyenlerin amacı ve hedefi nedir? Her şeyden önce bunu sorgulamamız lazım.

Türkiye terörle mücadele ederken birdenbire yeni Habur ve yeni açılımları gündeme getirmek isteyenlerle, ondan sonra da böyle bir olayı kullanmak suretiyle “Siyasal çözüm yapmak lazım, işte, bu, silahla olmuyor.” demek isteyenlerin aynı eksende buluştuğunu göremiyor muyuz? Hangi farklı aktörler bizi nereye götürmek istiyor? Bence görmemiz gereken husus budur.

Türkiye Habur rezaletlerini kapatmışken yeni Habur rezaletlerini çözüm diye sunanlar, içi boş açılımlarla cini şişeden çıkartıp kendi kaderini tayin etme haklarını isteyecek derecede cüret hâline sokanlar bugün geldiğimiz bu noktada bunları yapıyorsa, acaba, böyle bir olayda Türkiye’nin terörle mücadelesini anlamsızlaştırmak isteyenlerle aynı eksende buluşmuş olmuyor mu?

Onun için, bütün bu yapılan olaylarla, aktörleri farklı olabilir ama bir rol paylaşımıyla, Türkiye, âdeta, bir noktaya doğru sürüklenmek istenmektedir. Aklımızdan çıkarmamamız gereken tek husus şudur: Türkiye’yi bölmek isteyen, askerine, polisine kurşun sıkan, bebeklerimizi, genç kızlarımızı öldüren terör örgütüyle mücadele, bizim en meşru hakkımızdır, siyasi ve hukuki meşruiyeti vardır. Dolayısıyla bir terör örgütünün siyasal amaçlarını meşrulaştırmak için bu olayları kullanmak, terörle mücadele iradesinden vazgeçmek, dışlamak, biraz önce hiç yeri yokken Sayın Bakanın “Yeni anayasada şunları getireceğiz…” Kel alaka, ne alakası var bu olayla! Ne alakası var bu olayla! Yani siz birilerine “Yahu getireceğiz” mi diyorsunuz? O zaman yani böyle bir platformda bir anayasa, kendi kaderini tayin etme hakkı, federalizm gibi birtakım talepleri gündeme getirenlerin ekmeğine yağ sürmek amacıyla bugün burada dile getirmeniz, terörle mücadelenin siyasal amacını bile göz ardı ediyor. Yok mudur bu ülkenin polisi, askeri, öğretmeni; bu ülkenin koruduğu değer yok mudur? Değerleri korumak için mücadele etmedi mi bunlar? Öyle kolay mı masa başında vereceksiniz? O bakımdan, Sayın Bakanın böyle bir olayın hangi amaçlar için kullanılabileceğini biraz önce eleştirirken, “Devlet katliam yaptı, siyasal çözüm gerekir.” derken, Sayın Bakanın da bu eksende anayasal çözüm taleplerine vurgu yapmasını bir rol paylaşımının yeni bir nüshası olarak gördüğümü ifade etmek zorundayım.

O bakımdan, Türkiye nereye gidiyor; buna bakmak lazım. Bugün geldiğimiz bu noktada kaçakçılık… Peki, size soruyorum: PKK terör örgütü ekonomik kaynaklarını nereden alıyor? Kaçakçılıktan değil mi? Sigara kaçakçılığı, akaryakıt kaçakçılığı, kaçakçılık meşru mudur? Bir terör örgütüyle bizim dağda polisimiz, askerimiz mücadele ederken, o terör örgütünün kurşunlarını aldığı sigara, akaryakıt kaçakçılığıyla mücadele edilmiyorsa, o zaman bizim askerimiz, polisimiz, öğretmenimiz, yem olarak mı kullanılıyor? Terörle mücadele topyekûn bir mücadeleyi gerektirir.

Bilinmektedir ki, Saddam Hüseyin zamanında da sigara kaçakçılığını yapan Barzani ile birlikte Uday Hüseyin’di, bugün de Barzani ve PKK o bölgede sigara kaçakçılığı üzerinden terörü finanse ediyor dolayısıyla kaçakçılığı meşru göstermek ve oradaki insanları kaçakçılığa mecbur eden bir yaklaşımla, meşru gösteren bir yaklaşımla meseleye bakmak PKK terör örgütünün finansman kaynaklarından bihaber olmak demektir yani nasıl bunu hoş görebiliriz? Öyle bir bölgede, sadece PKK’nın izniyle dolaşılabilen bir bölgede bir kaçakçılık yapılıyorsa bu kaçakçılığın kaynakları kime gidiyor, nereye gidiyor; Hükûmetin bunlarla mücadele etmesi gerekir. Ankara’nın her yerinde kaçak sigaralar satılıyor. Bilin ki bu kaçak sigaralardan verilen paylar askerimize, polisimize, mühendisimize, çocuklarımıza kurşun olarak geri dönmektedir. O bakımdan, kaçakçılığı meşru gösteren bir yaklaşım tarzı ne kadar yanlış ise o yöredeki insanların kaçakçılığa yönlendirilmiş olması da o kadar yanlıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, süreniz tamam.

İki dakikada toparlar mısınız lütfen.

OKTAY VURAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

O bölgedeki insanları, o yöredeki insanları ekonomik olarak güçlendirebilecek projeleriniz nerede? Nerede onlar? Hani bir elleri yağda, bir elleri baldaydı? Bir taraftan ekonomik sıkıntıların oluştuğu bir bölge, diğer taraftan da PKK’nın kaçakçılık yoluyla kendine finansman sağladığı bir bölge.

O bakımdan, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim bu olaydan çıkarttığımız sonuç şudur: Türkiye Cumhuriyeti devletinin terörle mücadelesinin hukuki meşruiyeti vardır, bunu hukuk dışı göstermek isteyenler Türkiye’yi bir siyasal çözüme doğru sevk etmek istiyorlar. Devleti katliamcı gibi gösteren bir zihniyet ve o yöredeki insanların yanında olmayan bir devlet anlayışı, maalesef oraya giden kaymakamımıza bile reva görülen o muamele hepimizi derinden yaraladı. Yok mu? Devletimizi, kaymakamımızı koruyamıyoruz da oradaki vatandaşları nasıl koruyacağız?

O bakımdan, böyle bir olay karşısında -Milliyetçi Hareket Partisi olarak- devletin terörle mücadeleyi, Hükûmetin terörle mücadeleyi hiç caydırmadan sürdürmesi ve polisimizin, askerimizin, korucumuzun arkasında olduğunu, teröre bulaşmayan, yöredeki insanların yanında olduğu kanaatini güçlendirmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, özellikle Irak’ın kuzeyinde PKK’nın konuşlandığı bölge, muhakkak surette ininde ezilmeli, ayrıca sınırımıza da bir güvenli bölge tesis edilmesi artık kaçınılmaz hâle gelmiştir.

Ben, bu olayla birlikte, terörle mücadele eden kahraman polislerimize, askerlerimize, korucularımıza terörle mücadele konusunda bütün Türk milletinin arkalarında olduğunu ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)