Sorunlar, Siyaset Felsefesi ve Medeniyetimizin Kadim Kapıları (7)


Dede Korkut hikâyelerinde betimlenen iktidarın piramitsel ast-üst ilişkisine değil yöneticilerin başarılarına göre yerleri belirlenmiş hakanı veya beyi çevreleyen hilale göre ve danışmak için kurulan toylarla yönetiminin, Anadolu beyliklerinin meşveretle hakanı seçmesinin ve karar verme yetkisini tek tek boylarla paylaşması ilkesiyle hakanın veya boy beyinin emri altındaki hiç kimsenin kendini kukla konumunda hissetmemesinin ve karar mekanizmalarının aşağıdan yukarıya doğru işlemesinin günümüzde anlamı nedir?

Kutadgu Bilig’de hükümdarın oturduğu tahtın 3 ayaklı olmasının anlamı nedir? İki ayaklı olması halinde devrilmesi; dört ayaklı olması halinde ise birinin eğrilebileceği tavizlere açık olacağı, ayaklardan birinin kırılması halinde taht yan yatsa da ayakta kalabileceği dikkate alındığında üç ayaklı tahtın dengeyi ve herhangi bir tarafa yatmamasının teminatı olması, adalet ilkesinde en ufak sapmanın devleti yıkıma götüreceğini ifade etmiyor mu?

Nizâmülmülk’ün idare teorisinde “adalet” olmazsa olmaz bir şart olarak takdim edilmesi “Küfür ile belki amma zulüm ile payidar kalmaz memleket” sözünü düstur edinmesi devletin yönetim esasına ışık tutmuyor mu?

Melikşah’ın devlet ricaline “Her biriniz memlekete dair düşünüp saltanatımız devrindeki aksaklıkları tespit ediniz. Dergâh, divan ve sarayımızda yerine getirilmesi gerekirken es geçilen yahut gözümüzden kaçan durumları gözden geçiriniz.” fermanı yönetim anlayışına ışık tutabilir mi?

Bu ferman üzerine Nizamülmülk’ün hazırladığı Siyasetname’de “Memleketi yıkıma sürükleyip devletin idaresindekileri perişan eden en büyük şey padişaha ulaşmaktaki zorluktur.”; “Yanı başında yahut uzağında kalmış ordu ve idaresindekilerin durumlarını araştırıp onlardan haberdar olmak padişahlığın gereklerindendir.” “Şayet padişah, olan bitenden haberdar da tedbir almıyorsa zulme rıza gösterip zalimlere ortak olur; yok eğer haberdar değilse aymazdır.” Bu iki itham da hoş değildir.”, ifadeleri ile devlet meselelerinde âlimlerle istişare edilmesi, mazlumların şikâyetlerini dinleyip cevaplar vermek ve haklarını teslim etmeye dair tespitleri bir yönetim anlayışını günümüze taşımıyor mu? Halka açık, katılımcı ve sorumlu yönetim anlayışının kadim ışıkları değil mi?

İmam-ı Azam’ın yeryüzünün bayındır hale getirilmesi ve adaletin tesisi için özgür iradelerine dayalı olarak bir baş seçilmesi hususundaki yorumunu bugün nasıl değerlendireceğiz? Millet egemenliği ve millet iradesinin tecellisi değil midir? Özgür iradenin bunun esası olması aynı zamanda bu iradenin hangi amaç için kullanması gerektiği hususu aslında insanın özgür iradesinin sorumluluğunu da göstermiyor mu?

Bunlar gerek Türk gerek İslam geleneklerinde olan demokrasi eğiliminin unsurları değil midir? Türk milletinin demokrasiyi özgürce seçmesinde bu eğilimin izleri yok mudur? Neden Türkiye İslam dünyasındaki tek demokratik ülkedir? Bunların arkasındaki düşünsel kökleri anlamamız gerekmez mi?
Dede Korkut hikâyelerinde mücadele edilen durumları sadece fiziksel olarak varlık gösteren iç ve dış düşmanlar değil bu düşmanlarla ortaya çıkan yalan, gaflet, nefsine hâkim olamama, töreden ayrılma, gönül gözetmemeyi toplumun birliğine ve güvenliğine yönelik tehditler olarak betimlemesi aslında bugünün gerçeği değil midir?

Orhun Abidelerinde Çin’in ipek kumaş ve tatlı sözlerle kandırıp uzak milleti kendine yanaştırdığı sonra da kötülüğü düşündüğüne dair “Tatlı sözüne yumuşak ipek kumaşına aldanıp Türk Milleti, öldün, Türk Milleti, öleceksin” öğüdü bize dış politikada nasıl yol gösterebilir?

Dede Korkut’un Mukaddeme bölümünde “Yalan söz bu dünyada olunca olmasa yig” ifadesi ve hikâyelerinde yer alan farklı türden yalanlarla aldatmayla mücadele edilmesi ve üstesinden gelinmesi gereken iç-düşman olarak nitelemesinin, bunlarla mücadelede fiziksel gücün yeterli olmayacağı akıllı, sabırlı ve uyanık olmak gerektiği mesajlarının bugün için anlamı nedir?

Bu kadim siyasi bilgelerin insana ve yöneticilere aklı, bilgiyi, doğruyu merkezine alan öğretileri aslında çağımızın gelişen en önemli sorunlarından biri olan akılcılıktan uzaklaşan, yalan ve algılarla gerçek ötesi bir yönetim ve siyaset anlayışına karşı duruş değil midir? Bilgiden, gerçekten ve doğrudan uzaklaşan bir toplumda insan yaradılmışların en şereflisi olarak misyonunu nasıl yerine getirecek?

Türk-İslam düşüncesinde yeryüzünün bayındır hale getirilmesi, adalet, iki dünya mutluluğu gibi ilkeleri uygulama gücünün meşruiyetini nasıl sağlayacağız?