8-9 Mayıs 1945… II. Dünya Savaşının sona erdiği gün. Faşizm’in insanlığa ödettiği ağır bedellerin yaşandığı 50 milyon kişinin öldüğü Dünya Savaşında Almanya’nın teslimiyeti Almanya’da 8 Mayıs, saat farkından dolayı da Rusya’da(eski SSCB) 9 Mayıs günü.
9 Mayıs Sovyetler Birliği tarafından Zafer Günü olarak ilan edilmişti. Faşizme karşı savaş olarak kutlanıyor. Avrupa 8 Mayıs’a Avrupa Zafer Günü diyor. Almanların bir bölümü için yenilgi, teslimiyet günü, bir bölümü için ise “kurtuluş“ günü.
Şüphesiz bu yıl dönümleri sadece anmak değil anlamak için vesile olmalı. 8 Mayıs 1945 Faşizm’in insanlığa ödettiği acı bedeli hatırlamak lazım. Yıldönümleri tarihi olayları, savaşın sebepleri, sorumluları ve neticeleri anlamlandırmak için önemli dönemeçlerdir.
Bitişinin 75. yıldönümü kutlanan II.Dünya Savaşı 1 Eylül 2019 da Faşist Hitler Almanya’sının Polonya’yı işgaliyle başlamıştı. Geçen sene 80. yıldönümüydü. Komünist Sovyetler Birliği barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak için 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü ilan etmişti.
Tarihi propaganda aracı olarak gören ideolojiler bu dönüm noktalarını tarihi gerçeklere kendi menfaat ve ekseninden bakarak anlamlandırmak isterler. Bu bakımdan bu ideolojik propagandaların etkisinde kalmadan tarihi olayların gerçek yüzünü görmek lazım.
Sovyetlerin Faşist Almanya’ya 8 Mayıs Faşizm’e karşı zafer günü veya 1 Eylül’ün dünya barış günü ilan edilmesi faşizm kadar komünizmin, Nazizmin de Stalinizmin de, totalitarizmin insanlığa ödettiği bedelin üstünü örtebilir mi?
Bitişi kutlanan II.Dünya Savaşının 1 Eylül 1939’da Hitler Almanya’sının Polonya’yı işgaliyle başlamasını Sovyetlerin barış içinde dünya mücadelesi görevini hatırlatmak için 1 Eylül’ü barış Günü ilan etmesi ilginç.
Neden? İlginç olan 23 Ağustos 1939’da yani Almanya’nın Polonya’yı işgalinden 1 hafta önce faşist Hitler Almanya’sı ile komünist Stalin Sovyetler’inin bu işgalden önce saldırmazlık imzalamış olması. Bir tarafta faşizm diğerinde komünizm… Totalitarizm… Hitler ve Stalin…
Faşist Almanya ile komünist Rusya anlaşma imzalamıştı. Avrupa barışı için önemli olduğu söylenmişti. İyi komşuluktu amaç. Ama arkasındaki gerçek farklıydı. Anlaşmanın gizli olan ek protokolü vardı. Aslında faşist Almanya ile komünist SSCB bir paylaşım anlaşması imzalamıştı.
Anlaşmanın gizli protokolleri, Almanya ve Rusya’nın başarılı bir Polonya işgalinden sonra sahip olacağı bölgesel etki alanlarını tanımlamıştı. Anlaşmaya göre, Rusya Letonya, Estonya ve Finlandiya’yı kontrol ederken Almanya, Litvanya ve Danzig’i kontrol altına alacak.
Gizli protokole göre Polonya üç ana alana bölünecekti. Almanya’yı çevreleyen Warthland bölgesi, Alman’yaya eklenecek. 199.000 km kareden fazla doğu Polonya toprakları Rus toprağı olacaktı.Merkez bölge, bir Alman sivil otoritesi tarafından yönetilen Alman mandası olacaktı.
Aslında Faşist Almanya ile Komünist Sovyetlerin imzaladığı saldırmazlık paktı Polonya’nın ve Avrupa’nın paylaşımı anlaşmasıydı. 1 Eylül’de Hitlerin Polonyayı işgaline karşı Barış Günü ilanı ise bu paylaşımın üstünü örtüyordu. İki yıl sonra da Hitler Rusya’ya saldırmıştı.
Tarihi dönemeçlerin yıldönümleri sadece anmak değil anlamak için önemlidir.Lucretius tarih “gelecek zamanı görmemiz için doğanın tuttuğu ayna”dır, Ö.Hayyam tarihe “kâinatın vicdanı” diyor. Tarihten gelen seslere kulak kabartmak ve şifresini çözerek, değerli hazineye erişmek gerekir.
2. Dünya Savaşının sona ermesinin 75. yıldönümünde aktörlerin kendi ideolojk amaç ve menfaatlerinden öteye olaylara bakmak ve anlamlandırmak gerekir. Almanya’nın Faşizm ve Sovyetlerin komünizmi kendi menfaatlerinin aracı olarak nasıl kullandığı ve nasıl işbirliği yaptığı ortada.
Kendi menfaatlerini maksimize etmek için faşizm, komünizm veya kapitalizm veya neo-liberalizm bahane, şahane olan ise emperyalizm! Kullandıkları araç ne olursa olsun sonuçta küresel düzeni yönetenler veya yönetmek isteyenler menfaatlerini odağına almışlardır.
Bu bakımdan bu tarihi dönemeçleri yabancı ideolojilerin değil milli düşüncelerle ele almalı ve değerlendirmeliyiz. Bu durumda iki temel eksende meseleye bakmalıyız: Bu dünya savaşındaki tutumumuz ve ideolojiler karşısında duruşumuz.
II.Dünya savaşının sona ermesinin 75. yıldönümünde bu savaşa girmeyen Türkiye Cumhuriyetinin bu kararının altında yatan gerçek Atatürk’ün “emperyalizm belasından uzak, hürriyet ve istiklal esasına” dayandırılan dış politikasıdır.
Bu dış politikanın arkasından yatan gerçek ise 100 yıl önce I.Dünya Savaşı sonrası Atatürk’ün önderliğinde milli mücadeleyle milli egemenlik ve bağımsızlık ekseninde millet, milli devlet, milli kimlik, milli menfaat temellerinde milliyetçi fikirle kurduğu Cumhuriyet…
İkinci husus ise Atatürk’ün ifade ettiği milli siyaset anlayışı çerçevesinde millete ait kararların yabancı unsurların fikir, kültür ve menfaatlerin tasallutundan uzak tutulması gerektiğidir. 3 Mayıs 1944 te milli şuurun yabancı ideoloji tarafından işgaline karşı duruştur.
Faşizm, komünizm, kozmopolitizm, kapitalizm, liberalizm, neo-liberalizm, glokalizm ve politik teoloji ulus-ötesi iddialarla küresel düzeni totaliter, otoriter veya radikal bir şekilde yeniden biçimlendirme girişiminde bulundu. Öte yandan da etnikçilik veya ırkçılık gibi ulus-altı gibi arayışlar da millet yapısını aşındırma ve milli-devlet egemenliğini küçültme, minimalleştirme girişimlerinde bulundu.
Ancak ortaya çıkan gerçek hiçbir ideolojinin millet, milli devlet, milli kimlik ve milli menfaat gerçeğini, milli egemenlik ve kültür temelli milliyetçilik düşüncesini yok edemediği hususudur.Bu yıldönümleri milletler mücadelesinin tarihin temel yürütücü unsuru olduğunu göstermektedir.
Şüphesiz II.Dünya Savaşı sonrası oluşan düzeni değerlendirmek ve günümüzdeki konumunu da ele almak gerekir.“Dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz olur.” Bu hareketlenmede bize yol gösterecek olan da değerlerimizdir.
Ne ABD,ne Rusya ne de Çin, herşey Türkiye için!