Ermeni Suikastlarını Meşrulaştırmanın Ahlaki ve Tarihî İflası…


18 Haziran 2025’te Ermeni Soykırım yalanının ve Talat Paşa’ya katil denmesi üzerine TBMM’de ifade edilmesi üzerine çıkan tartışma sonrası bir Prof. yazdığı bir makalede şunu ifade etmiş:

“Birkaç Ermeni genci, bunları vurup Türklerin de intikamını aldı. Ecnebi mahkemeler, aileleri sürülüp öldürülmüş katilleri haklı bulup ceza vermedi. Bu şekilde ölümleri sonradan dramatize edilerek, emsalsiz kusurlarının üzerine şal çekildi. Hepsi birer vatan, millet, hatta din kahramanı hâline getirildi.”

Gençlerimize eğitim verme sorumluluğu üstlenen bir Profesörün bu hezeyanları ibret vericidir.

Yazar, Ermeni terör suikastlarını “intikam” kavramıyla meşrulaştırmaktadır.

İntikam aslında Ermeni Terörünün Suikastlarını kapsayan “Nemesis” adlı bir operasyonun adıdır. Yunan mitolojisindeki intikam tanrıçası Nemesis’ten esinlenilmiştir. Nemesis Operasyonu ile yapılan suikastler “adaletin kaçınılmaz tecellisi” görülmüştür.

Bu suikastleri hazırlayan Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak Partisi)’dur. Hedeflerinde 1915 olaylarından sorumlu tutulan Osmanlı siyasetçi ve askerî liderleri ile Baku’yu işgal ederek Ermeni toprağı haline getirmek isteyenlere karşı Azerbaycan’ın başkenti Bakü’yü 15 Eylül 1918’de ermeni katliamı ve işgalden kurtaran, Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa ve Azeri yöneticileri vardı.

Bu kişi işte bu suikastları düzenleyenlerin operasyona verdikleri “Nemesis” adını kullanarak haklılık veriyor.

Oysa Türk-Azeri tarih anlatılarında bu suikastlar “terör eylemleri” çerçevesinde ele alınır.

Yani bu kişi Türk-Azeri tarihinde olduğu gibi bu suikastları “terör eylemleri” olarak değil Ermeni perspektifinden “intikamcı adalet” olarak nitelendiriyor.

Bu kişi Ermenilerin sözde soykırım yalanı çerçevesinde yaptıkları suikasttan bahsederken aslında bu iddiaların haklılığını da ifade etmiş olmaktadır.

Suikastları “haklı bir intikam” olarak sunmak, hem tarihi gerçekleri hem de hukuku ve insanî vicdanı devre dışı bırakmak, terörü de ideolojik bir saplantıya dönüştürmektir.

“Nemesis” suikastlarının başlıcaları şunlardır:

Talat Paşa (15 Mart 1921, Berlin):

Suikastçı: Soghomon Tehlirian.

Suikast, Ermeni diasporasında sembolik zafer olarak görüldü. Tehlirian, Alman mahkemesince “geçici akıl hastalığı” gerekçesiyle beraat etti.

Cemal Azmi & Bahattin Şakir (17 Nisan 1922, Berlin):

Cemal Azmi (eski Trabzon Valisi) ve Teşkilat-ı Mahsusa liderlerinden Bahattin Şakir öldürüldü.

Suikastçılar: Arşavir Şirakyan, Aram Yerganian.

Said Halim Paşa (5 Aralık 1921, Roma):

Osmanlı Sadrazamı (1913-1917). Ermeni Tehciri kararlarında imzası bulunduğu gerekçesiyle hedef alındı.

Suikastçı: Arşavir Şirakyan.

Behbud Han Cevanşir (18 Haziran 1921, İstanbul): Azerbaycanlı politikacı, 1918 Bakü’nün Ermenilerden kurtarılmasında yaşananlardan sorumlu tutuldu.

Suikastçı: Misak Torlakyan.

İngiliz işgal mahkemesinde yargılandı ve akli dengesi yerinde değil denilerek serbest bırakıldı.

Cemal Paşa (21 Temmuz 1922, Tiflis):

Osmanlı Bahriye Nazırı, Suriye-Filistin cephesi komutanı. “Ermeni kırımındaki rolü” gerekçesiyle öldürüldü.

Suikastçılar: Stepan Dzaghigyan, Petros Ter Pogosyan, Artashes Gevorgyan.

Bu makalenin yazarı Prof. şunu yazmış:

Ecnebi mahkemeler, aileleri sürülüp öldürülmüş katilleri haklı bulup ceza vermedi.”

Talat Paşanın katili Tehlirian’ın “geçici akıl hastalığı” nedeniyle cezai sorumluluğunun olmadığına hükmedildi. “Haklı bulma” değil, “cezalandıramama” söz konusuydu. Diğeri kaçtı bulunamadı.

Behbud Han Cevanşir Suikastında katilin “akli dengesinin yerinde olmadığı”na karar verildi.

Cemal Paşa’nın Katillerine(Tiflis) Sovyet mahkemesi 4 yıl hapis cezası verdi, ancak siyasi nedenlerle kısa sürede serbest bırakıldılar.

Hiçbir mahkeme suikastçıları “ahlaken veya hukuken haklı” görmedi. Sadece psikiyatrik gerekçelerle veya siyasi baskılarla ceza uygulanmadı.

Yazarın iddiası, hukuki gerçekleri çarpıtarak siyasi bir anlatı inşa etmektedir. “Ecnebi mahkemelerin katilleri haklı bulması” diye bir durum yaşanmadı. Yaşanan; siyasi hesaplar, psikiyatrik raporların istismarı ve mağduriyetin duygusal manipülasyonuyla “cezasızlık” sağlanmasıydı.

Buradan sormak lazım ittihatçıların suikastlarını haklı görüyorsa Ermeni terör örgütü ASALA (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia – Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) mensubu teröristlerce katledilen Türk diplomatları için ne diyebilir? “Haklı misilleme” denmiş olmuyor mu?

1975–1990 arasında ASALA’nın yaptığı 42 saldırıda 31 diplomat ve aile mensubu hayatını kaybetti. 100’den fazla kişi yaralandı.

ASALA’nın Viyana, Los Angeles, Ankara ve Atina saldırılarında hedeflenen masum yöneticiler ve aileleri, hangi “zulmün” intikamı sayıldı?

Yazar aslında bu ifadeleriyle Nemrut Mustafa Paşa Divanı’na da meşruiyet tanımaktadır.

Aynı dönemde, İstanbul’u işgal eden İngilizler, Nemrut Mustafa Divanı’nı kurdurarak İttihatçıları yargılamıştı.

Yazarın bu ifadeleri aslında Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra Osmanlı Devleti’nin galip İtilaf Devletleri (özellikle İngiltere) baskısı altında kurduğu olağanüstü askerî mahkeme olan Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nı ve aldığı kararları da meşru gördüğünü ortaya koymaktadır.

Bu divan İttihat ve Terakki liderleri olmak üzere, savaş döneminde işlendiği iddia edilen “savaş suçları” ve Ermeni Tehciri sırasındaki katliamlar hakkında yargılama yapmaktı.

Yazarın makalesindeki iddialar Nemrut Mustafa Paşa divanının yargılama konularıydı.

“Ecnebi mahkemelerin katilleri suçsuz bulması” vurgusu, Batılı devletlerin tarihsel müdahalelerini haklı çıkaran bir alt metin taşır. Bu mahkemelerin “adil” olduğu imasını vererek, emperyalizmin hukuk kisvesi altındaki müdahalelerini meşrulaştırıyor.

Özellikle İngiltere ve Fransa, 1915 Ermeni Tehciri’nde yaşanan olaylar nedeniyle Osmanlı yöneticilerinin yargılanmasını istiyordu. Mondros Mütarekesi’nde yer alan Madde 7 ve Madde 24, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askerî bağımsızlığını fiilen ortadan kaldıracak içerikteydi. Bu durum, Osmanlı Hükümeti’ni –özellikle Damat Ferit Paşa döneminde– İttihatçıları ve savaş dönemi uygulamalarını hedef alan soruşturma ve yargılama süreçlerini başlatmaya mecbur etti.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin savaş yenilgisiyle siyasetten çekilmesinden sonra iktidara gelen Damat Ferit Paşa Hükümeti, İttihatçılardan hesap sormayı hem iç hem dış kamuoyu için bir meşruiyet adımı olarak gördü.

Bu mahkeme:

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve Urfa Mutasarrıfı –Nusret Bey gibi isimleri hızlı ve tartışmalı duruşmalar sonucu idam etti.

-Delil yetersizliğine rağmen kararlar alındı, savunma hakkı kısıtlandı.

-Asıl hedef İttihatçı liderlerdi. Enver, Talat ve Cemal Paşalar gıyaben ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak onlar yurtdışına çıktığı için alt düzey yöneticiler cezalandırıldı.

Batılı mahkemeler suikastçıları “cezasız bırakırken”, aynı İngilizlerin kontrolündeki Nemrut Mustafa Divanı Türk yöneticileri hızla idam ediyordu.

İttihatçıların yargılanması siyasi bir ajandaydı ve Sevr Antlaşması’nı dayatma amacı güdüyordu. Bu mahkemeler, galip devletlerin mağlup Osmanlı’yı cezalandırma aracıydı; adalet değil.

Osmanlı Hükûmeti bu mahkemeyi, uluslararası baskılara karşı bir “meşruiyet” aracı olarak görüyordu.

Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadele kadrosu, mahkemeyi işgal güçlerinin güdümünde, “mandacı” Damat Ferit Hükümeti’nin kuklası olarak değerlendirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, kararlar hukuksuz ya da siyasi amaçlı olarak değerlendirildi mahkemenin verdiği cezalar geçersiz sayıldı; Nemrut Mustafa Paşa da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Şimdi bu yazara göre Ermeni Terör suikastları “haklı bir” intikam ise Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin ve Urfa Kaymakamı Nusret Beyin idamı da haklıdır.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önerisi ile 14 Ekim 1922 de toplanan TBMM de yapılan toplantı neticesinde  Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey ve Urfa Kaymakamı Nusret Bey Milli Şehit olarak ilan edilirler.

Şimdi yazara sormak lazım Milli Şehit olması emsalsiz kusuruna şal örtmek midir?

Elbette amacım bir yazarın makalesine cevap vermenin ötesindedir. Mesele siyaset ve aydınların Türk Milletinin tarihini ve değerlerini savunmada gösterdikleri zafiyeti ortaya koymaktır. Şüphesiz bunun gerçekleri çarpıtarak günümüze taşınması milli bilinci de dumura uğratmaktadır.

Milletin ve kültürel mirasının desteklemeye, savunmaya değer bir tür manevi reddetme ya da suskun hale gelme hali kolektif vicdan sorumluluğuyla bağdaşmaz.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir