Terörsüz Türkiye’den DEM’li beklentiler…


1⃣DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları, Londra’da şunları söylemiş:

“Bizler katliamlarla yok edilmeye çalışıldık.”

“Barış gelecekse ya da demokrasi olacaksa koşulu “eşit yurttaşlık”.

“Herkese ana diliyle eğitim hakkı.”

“Bugüne her kadar her şeyi direnerek kazandık. Bu sürecin özeti de şudur, direne direne kazanacağız, direne direne kazanacağız.”

“Öcalan’ın çağrısıyla bir barış ve demokratik toplum çağrısı gerçekleşti. Ve bu çağrıdan sonra hükümetle görüşmeler evet var ve devam ediyor. Devletle görüşmeler var ve devam ediyor.”

Aşağıda yer alan uyarıları bunları muhatap alarak değil;

-Devletle görüşülüyor, hükümetle görüşülüyor dedikleri için yazıyorum.

-TBMM’de bir komisyon kurmak isteyen partiler için yazıyorum.

Bu iddia ve talepleri normalleştirecek ve meşrulaştıracak süreç konusunda uyarıyorum:

“Değer çatışmalarının yaşandığı süreçte danışıklılık(muvazaa) ödenmesi imkansız bedeller ödetir.”

2⃣❌DEM Eş Başkanı “Bizler katliamlarla yok edilmeye çalışıldık.” demiş.

➡️Türkiye Cumhuriyeti devleti soykırımla, katliamlarla itham edilmektedir.

Bölgede katliamlar yapan PKK’dır. PKK 3’ten fazla sivilin katledildiği 400’ü aşkın katliam yapmıştır. Katliamları Doğu ve Güney Doğu’da yaşayan halka yapmışlardır.

Bu mesajı yazdığım bugün 11 Haziran 1990’da 35 yıl önce Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinin Çevrimli köyüne PKK teröristleri tarafından gerçekleştirilen katliamda 12’si çocuk, 7’si kadın 27 kişi öldü, 6 kişi yaralanmıştı.

PKK’nın köylerde yaşayan sivillere yönelik saldırılarıyla şu mesaj verilmek istenmiştir: “Devlet sizi koruyamaz, biz burada mutlak otoriteyiz.”

Bu, PKK’nın devletin egemenlik kapasitesini zayıflatmak, halkı korku ve itaat üzerinden kendi çizgisine çekmek için kullandığı sistematik bir baskı taktiğiydi.

PKK, Kürtçü feodaliteyi temel alan bir örgütlenme olduğu için, bölgede yaşayan farklı etnik ve mezhepsel toplulukları da hedef almıştır. Bu ayrışmalar üzerinden hegemonyasını kurmak istemiştir.

Hatırlayınız 2 Temmuz 1993’te Madımak’ta canlar yakıldıktan sonra 5 Temmuz 1993’te 33 sivilin öldürüldüğü Başbağlar katliamını… Alevi-Sünni ayrımı üzerinden yürütülmek istenen bu dizilimli saldırılar, Türkiye’yi iç savaşa sürükleme senaryolarının parçasıydı.

PKK tarihi katliamlar tarihidir. Bu katliamlar Türk milleti içinde Türk-Kürt savaşı çıkarmak için yapılmıştır. Milletimiz bu tuzağa düşmemiştir.

☑️Kimlerle görüşülürse görüşülsün PKK;

-Türk milletinin vicdanında

-Türk devletinin hukukunda

-Tarihin hakikat terazisinde

bir katliam ve terör örgütü olarak anılacaktır.

Bunu milletimize unutturamayacaksınız.

3⃣❌DEM Eş Başkanı “Türkiye’ye barış gelecekse eğer Türkiye’de demokrasi olacaksa bunun bir koşulunu o da eşit yurttaşlıktır.” demiş.

➡️“Eşit yurttaşlık”tan bunların muradı, bireylerin hukuki eşitliği değil; etnik kimliklerin anayasal statü kazanmasıdır.

Bu söylem;

-Ortak milli kimlik yerine etnik kimlik temelli anayasal ayrışmayı,

-Bireysel eşitlik yerine kolektif ayrıcalıkları,

-Hukuki birlik yerine çok hukukluluğu hedefler.

Eşit yurttaşlık, etnik temelli gruplara statü kazandırma aracıdır. Bu ise:

-Toplumun ortak zeminini parçalar,

-Vatandaşlığı kimlik pazarlığına indirger,

-Demokrasiyi çoğulcu katılım değil, etnik rekabet rejimine dönüştürür.

Bu, milli kimliği parçalanmış bir federasyoncu yapıya dönüştürür

Gerçek demokrasi; bireylerin hukuk önünde eşitliğiyle mümkündür, grupların ayrıcalık mücadelesiyle değil. Milli kimlik, demokrasinin toplumsal çimentosudur; parçalanırsa geriye kutuplaşma ve güvensizlik kalır.

Demokrasi, ortak aidiyet ve bireysel özgürlüklerin buluştuğu yerdir. Bu söylem, etnik topluluklara kolektif statü, ayrışmış kurumlar ve özerk yönetimler dayatmak için kullanılan demokratik değil, etno-politik bir projedir. Demokrasiye değil etno-politik bölünmeye kapı aralar.

☑️“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul olunur.”

4⃣❌DEM Eş Başkanı “Herkese ana diliyle eğitim hakkı.” demiş.

➡️Bu söylem, masum bir bireysel hak talebi gibi sunulsa da, bölgesel özerklik ve etnik temelli kurumsallaşma stratejisinin temel dayanaklarından biridir. Ortak dil, ortak kamu aklı, ortak hukuk, ortak vatandaşlık bilinci demektir. Anadilde eğitim talebi, bu birliği ideolojik bir şekilde parçalayan bir araç haline gelir.

Bu talep;

-Kürt kimliğine anayasal kolektif statü kazandırma,

-Kamusal alanı çift dillileştirme,

-Demokratik özerklik adı altında yerel yönetimlerin etnik temelde güçlendirilmesi sürecini başlatmayı amaçlar.

Anadilinde eğitim;

-Kamusal eğitimi Türkçeden koparmayı,

-Eğitim sistemini etnik temelde ayrıştırmayı,

-Bölgesel ve çok milletli konfederal bir model inşa etmeyi hedefler.

Bu, üniter devlet yapısının çözülmesine ve hukuki-vatandaşlık birliğinin zayıflatılmasına zemin hazırlar. Anadilde eğitim, yerel özyönetim ve yerel parlamentolarla birlikte düşünüldüğünde, çok milletli, çok dilli, gevşek konfederal yapılar kurulması anlamına gelir. Böylece zamanla ulusal egemenliğin paylaşılması, hatta devletin fiilen parçalanması yönünde bir süreç kurgulanmaktadır. Anadilini yaşatmak bireylerin kültürel hakkıdır; bu hak zaten özel alanda, ailede ve kültürel faaliyetlerde kullanma ve öğrenme hakkına zaten sahiptir.

Talep edilen ise;

-Kamusal eğitimin ortak dilden ayrılması, eğitim sisteminin etnik cemaatlere göre ayrıştırılmasıdır.

Bu da:

-Ortak vatandaşlık hukukunun parçalanması,

-Toplumsal bütünlüğün zedelenmesi,

-Devletin birleştirici gücünün zayıflatılması demektir.

Anadilinde eğitim:

-Öğrencilerin Türkçede yeterlilik kazanmasını engeller,

-Yükseköğretim, ulusal sınavlar ve iş gücüne erişimde ciddi engeller doğurur,

-Özellikle kırsal bölgelerde eğitim kalitesini düşürür,

-Kürt gençlerini, hem ulusal hem uluslararası iş piyasasında dezavantajlı konuma sürükler.

Ayrıca eğitim kalitesinin daha da düşmesine ve ekonomik rekabet gücünün zayıflamasına yol açar.

Eğitimin dili yalnızca iletişim aracı değildir; aynı zamanda:

-Toplumsal entegrasyonun,

-Fırsat eşitliğinin,

-Kamusal katılımın temel taşıdır.

Anadilde eğitim bireysel özgürlüğü değil, etnik kimlikler etrafında bölünmüş bir toplum projesini hedefler. Bu nedenle, toplumun birliği, kamusal eğitimin ortak dil üzerinden yürütülmesiyle korunabilir. Anadilde eğitim paralel millet inşa projesidir.

☑️“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”

5⃣❌DEM Eş Başkanı “Bugüne her kadar her şeyi direnerek kazandık. Bu sürecin özeti de şudur, direne direne kazanacağız, direne direne kazanacağız.” demiş.

➡️Bu söylem terörü meşrulaştıran, silahlı mücadeleyi hak arama yöntemi gibi sunan ve doğrudan devletin meşruiyetine ve milletin birliğine karşı bir tehdit dili taşıyan bir ifadedir.

Bu söylemle PKK ve uzantılarının kastettiği “direniş”, demokratik değil silahlı, barışçıl değil şiddet temellidir. Bu söylem, hukukun üstünlüğünü, demokratik kurumları ve meşru siyasal mücadeleyi tamamen yok sayan terörist ve ideolojik bir dayatma dilidir.

“Direniş” diye yücelttiği şey, sivil halkı hedef alan bombalar, çocuk yaşta dağa kaçırılan binlerce insan, köyleri basarak halkı infaz etmek, demokrasiyi silahla rehin almaya çalışmak olmuştur. Eğer bu bir “direniş”se, bunun adı terördür, masumlara karşı organize suçtur.

“Bugüne kadar direnerek kazandık. Direne direne kazanacağız” demek, aslında şunu söylemektir: “Demokrasiyle değil, şiddetle kazandık. Bundan sonra olmazsa yine terörle direniriz.”

40 yılı aşkın süredir sürdürdüğünüz bu sözde “direnişin” bilançosu nedir?

40.000’in üzerinde insan hayatını kaybetti. Binlerce çocuk okuldan alınıp dağa götürüldü. Bölgenin aydını, siyasetçisi ve din adamı PKK tarafından infaz edildi. Doğu ve Güneydoğu’nun kalkınma süreci baltalandı. Bölge halkı, hem devletten hem terör örgütünden mağdur oldu. PKK’nın bu sözde “direnişi” sivillerin güvenliğini yok etti, ekonomik kalkınmayı durdurdu, sosyal barışı tahrip etti.

“Direne direne kazanacağız” söylemi, 21. yüzyılın dünyasında etno-politik şiddeti romantikleştirme çabasıdır. Ama unutmamalıdırlar: Artık ne halk bu şiddet dilini meşru görüyor, Ne de dünya bu tür etnik militan anlatıları “özgürlük mücadelesi” olarak kabul ediyor.

Bu ülkede demokratik haklar, şiddete başvurmadan, hukuk içinde mücadele eden, toplumsal meşruiyetini koruyan herkes için geçerlidir. Ama silahı kutsayan, halkı korkutarak konuşan, hukuku hiçe sayan kimseye, direnmek adı altında katliam siyaseti yapma hakkı verilemez.

PKK’nın “direniş” dediği şey, aslında halkın iradesini rehin alma girişimidir. Ve bu girişim, halk tarafından da tarih tarafından da mahkûm edilmiştir. PKK terör örgütü silahla dayattığı bağımsızlık, federasyon, özerklik taleplerine ulaşamamıştır. Ve herhalde tehditle ya da silahları bırakma gerekçesiyle bu hedeflere ulaşmalarına zemin hazırlanacak da değildir.

☑️Terörle-silahla, bağımsızlık, federasyon, özerklik taleplerine karşı mücadele eden şehit ve gazilerimiz, kahraman güvenlik güçlerimiz karşısında PKK diz çökmüştür.

Şehit ve gazilerimizin terörle mücadele ederek koruduğu değerleri korumak elbette Türk Milletinin egemenliğinin ve iradesinin de hükmüdür.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir