Aptallık bir zekâ problemi mi, yoksa ahlaki bir problem mi?
Aptallık doğuştan bir özellik değildir…
Ya bunun olmasına izin verilmiştir ya da zorla aptallık dayatılmıştır. Aslında ahlaki bir sorundur…
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”(Isra)
İnsana emanet akıl, idrak ve sorumluluktur. Aklın ve idrakin olmadığı yerde cehalet; sorumluluğun olmadığı yerde zulüm vardır. İmtihan cehalet ve zulüm sorularıyladır.
“Onların kalpleri vardır da onlarla kavramazlar; gözleri vardır da onlarla görmezler; kulakları vardır da onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf,179)
Bütün bu ifadeler gerçeği tanıyıp ona göre hareket edemediği bir ahlaki ve ruhsal körlük durumuna atıfta bulunuyor ve bizlerin yaptığımız herşeyden sorumlu olduğumuzu ortaya koyuyor.
Böyle bir durum “aptal”lığın da çerçevesini çizmiyor mu?
Birey ve toplum, yaşam tarzlarında çok rahat ve kayıtsız olduklarında ve etraflarındaki acı ve adaletsizliği gözden kaybettiklerinde “aptal” hale gelebilir.
Aptallık”,gerçeği kabul etmeyi veya kişinin eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmeyi reddetmesi olarak da tezahür edebilir.
Bu durumda “aptallık” bireyin zihinsel kapasitesiyle ilgili olmayıp, bireyleri ve bir bütün olarak toplumu etkileyebilecek ahlaki ve ruhsal körlükle ilgili olduğunu not etmek önemlidir.
Aptallık, kendi fikirlerini edinemeyen, araştırmayan ve bilgiden uzaklaşmanın tümüdür. Bilgiden uzaklaşan insan başka fikirlerin yüceltilmesinde aktif bir rol oynuyor.
İnsanlar hangi koşullarda aptallaşıyor daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına izin veriyor?
“Gördünüz değil mi (âciz durumdaki) Lât’ı, Uzzâ’yı ve üçüncüsü olan diğerini, Menât’ı?” “Onlar hiç bir şey değil, ancak sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler, Allah onlara öyle bir delil indirmedi, yalnız zanna ve nefislerin sevdasına tabi oluyorlar.”(Necm:19-20)
İnancımızın bu hükmü aslında insanları aptallaştıran koşulları ifade ediyor. Lat, Uzza ve Menat’a etimolojik olarak yüklenen anlam ise şöyle: Lat “mutlak otorite”, Uzza “Aziz” ve Menat ise “para”… Bunların saltanatını var kılan ise insanın zan ve nefisinin oluşturduğu sevda.
Allah’ın akıl, idrak ve sorumluluk bilincini emanet ettiği insanın bunun yerine mutlak yetki ve güç atfederek zan ve nefsinin yarattığı ve yaratılmışlara, kula kulluk ettiren onlara ve böylece yüklendiği emanete aykırılık “aptallığı” oluşturan koşullar.
Bonhoeffer, “Yakından gözlemlendiğinde, kamusal alanda her güçlü güç yükselişinin insanlığın büyük bir kısmına aptallık bulaştırdığı ortaya çıkıyor” diyor.
“Bu iki şekilde çalışır. Birincisi, aptallık sizi makam veya otorite sahibi olmaktan alıkoymaz.”
Nitekim İmam Maturidi, aptallığı dışlayarak,“Liyakat”i yönetmek için esas olduğunu, “ehliyet”in çoğulculuğa imkân veren ana ilke olduğu ve oligarşik yapıları dışladığını, “hükümet etme”nin bir erk kullanımının değil hakkı ve hukuku hâkim kılmanın aracı olduğunu ifade etmiştir.
“İkincisi, gücün doğası, insanların akıllı düşünce için gerekli olan belirli yetileri -bağımsızlık, eleştirel düşünme ve derinlemesine düşünme gibi yetileri- teslim etmelerini gerektirir.”
“Aptallar ve güç sahipleri arasında ilişki var ve birbirlerine gerek duyuyor. Güç sahipleri gücünü arttırdıkça gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini kaybediyor, gerçekleri inatla reddediyor. Ne yaptıklarını bile bilmeden her türlü kötülüğü yapıyor.”
Beyin üzerinde yapılan araştırmalara göre dış gruplara yönelik şiddetin onaylanması dahil aşırı grup yanlısı tutumlar bilişsel yeteneklerini kullanmamaya, daha zayıf işleyen hafıza, daha yavaş algısal strateji ve dürtüsellik aramaya yönelik eğilimlerle bağlantılıdır.
Onlardan biriyle konuşurken, sanki bir insanla değil, sloganlar ve ezberlenmiş repliklerle konuşmaya programlanmış bir robotla konuştuğunuz duygusuna kapılırsınız.
mam Maturidi’ye göre duyuların idrakini inkarla cehaleti tercih edenle tartışmaya girilmemeli.Bunlara mizahen “inkar mı ediyorsun?” diye cevap vermek gerekir.
Duyu ve haber için “konuşma” ve “dinleme” gerekir. Bunları inkar edene mizahen “Ne diyorsun?” diye cevap verilmeli
Aslında aptallıkla mücadele kötülükle mücadeleleden daha zor. “Kötülüğe karşı argümanlarla mücadele edebilir, hatta güç kullanarak önleyebiliriz, ancak aptallığa karşı savunmasız durumdayız; ne karşı koymalar ne de güç kullanımı ahmaklığa karşı bir işe yaramaz”(Bonhoeffer, Aptallığın Teorisi-Bonhoeffer’in Mektuplarından)
Kötülük bir kukla ustasıdır ve onu mümkün kılan akılsız kuklalar kadar hiçbir şeyi sevmez. Aptalca anlara gülebiliriz ama asıl problem aptallığın hüküm sürmesindedir.
“Kötüyü tespit etmek ve ona karşı savaşmak kolaydır; aptallıkla öyle değil.”
Şu halde insanın cehalet ve zulüm sorularıyla imtihanından geçmesi için aptallığı oluşturan koşulları değiştirmek gerekiyor. Öncelikle yaptığımız her şeyden sorumlu olduğumuzu idrak etmek gerekiyor. “İçsel özgürleşme aptallığın üstesinden gelmenin gerçek yolu.”
Şüphesiz üstesinden gelmek için bir başka husus da güç sahibi olanların, insanların içsel bağımsızlık ve bilgeliğinden çok aptallığından yararlanmayı bekleyip beklemeyeceğine bağlı olacaktır.
Nitekim bir hadiste “…ilmi cahillerle münakaşa etmek ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse… cehenneme koyar”(Tırmızi) diyerek insanların aptallığından yararlanmak için ilim öğrenmeyi men ederek ölçüyü de koymuştur.
“Aptallığın üstesinden, öğretme ile (izahatla) değil yalnızca bir özgürleşme eylemiyle gelinebilir. Burada, çoğu durumda gerçek bir içsel kurtuluşun ancak onun öncesinde bir dışsal kurtuluş olduğu zaman mümkün hale geleceği gerçeğini de kabul etmeliyiz.”
Şu halde insan yaptıklarından sorumluluğunun idrakine ve özgürlük bilincine varmalı, zan ve heveslerle Menat(para), Lat(mutlak otorite ve Uzza(aziz)’ya saltanat vermekten kaçınmalı ve güç sahipleri aptallıktan yararlanmaktan uzaklaştırılmalı.