Hazine ve Maliye Bakanı 13 Ocak 2022’de Bloomberg TV’de açıklamalar yaptı: “Türkiye’yi kendi halinde bıraksanız bile %5 büyür” demiş.
Türkiye “Gölge etme başka ihsan istemez” mi “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”mi demek istemiş bilmiyorum. Nihayetinde “kendi haline bırakma” aslında bir tercih…
Bu noktada büyüme kavramına nasıl bakıldığı önemlidir. Büyümeyi etkileyen temel faktörler işgücü arzı ve işgücünün bilgi, maharet, girişkenlik ve tecrübesindeki değişmeler (beşeri sermaye, girişimcilik) ile sermaye birikimi ve tabii kaynakların geliştirilme hızı ve teknik ilerleme hızıdır. Büyümeyi etkileyen faktörler elbette yönetilebilir.
Şüphesiz büyüme iktisadının yönetiminin sonuçları da farklı olabilir. Büyüme ama nasıl bir büyüme? Büyümeyi etkileyen faktörlerin yönetimi sonucunda işsiz büyüme, acımasız büyüme, sessiz büyüme, köksüz büyüme, geleceksiz büyüme, fakirleştiren büyüme çeşitleri oluşur.
İşsiz Büyüme: Ekonomilerde büyüme sağlanmakla birlikte, yeterli istihdam imkânının yaratılamaması nedeniyle işsizlikte artışın görülmesi hâline ‘işsiz büyüme’ denir.
Acımasız Büyüme: Büyümenin nimetlerinin adil bir şekilde dağıtılamaması hâli ‘acımasız büyüme’ olarak adlandırılır. Bu tür büyüme sürecinde gelir dağılımı düzeltilemediği gibi daha da adaletsiz hâle gelir.
Sessiz Büyüme: Büyüme sürecinde demokratik iyileşmenin sağlanamaması, bireysel hak ve özgürlüklerin kötüleşmesi hâli ‘sessiz büyüme’ olarak adlandırılır. Bu süreçte ekonomik büyümenin sağlanmasına karşın, ülkedeki demokratik hak ve özgürlüklerde gerileme görülür.
Köksüz Büyüme: Büyüme sürecinde toplumun örf-âdet, gelenek ve göreneklerinin yozlaşması, diğer bir ifadeyle kültürel kimlik kaybının yaşanması hâline ‘köksüz büyüme’ denir.
Geleceksiz Büyüme: Büyümenin daha çok, yenilenemeyen doğal kaynakların tüketilmesi pahasına gerçekleştirilmesi hâline ‘geleceksiz büyüme’ denir.
Fakirleştiren Büyüme: Ülke daha fazla üretip daha fazla ihraç eder hale geldiği halde dış ticaret hadleri bozulduğu için daha az tüketebilir duruma gelmişse bir başka ifadeyle ülke büyümüş ama refahı azalmışsa buna “yoksullaştıran büyüme” denir.
Bakanın “kendi haline bırakın” dediği “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”le piyasalarda oluşabilecek bu tür büyüme sonuçları piyasanın yan ürünü olarak kabullenilecek mi? Yoksa piyasaların sağlıklı işlemesi sağlanarak insani ve toplumsal iyi sonuçlar elde etmek mi gerekir?
Kaynaklara erişimin eşitsizliği; maliyetlerin ve faydaların eşitsiz dağılımı; metalaşmanın toplumsal yapıyı bozuşu; mutluluğun gelir seviyesiyle doğru orantılı olmayışı; statü belirten mallara dayalı ekonomik sistemin toplumsal etkilerini dikkate almayan büyümeyle nereye?
Refahını en üst düzeye çıkarma dürtüsü olan homo economicus olarak bilinen efsanevi bir figürün yaşadığı bir dünya tasavvuru yerine insanı madde ve mana bütünlüğü içinde toplumsal, kültürel, çevresel değer ve ilişkiler ağındaki dünya tasavvuruna göre ekonomi politikası gerekir.
Bu bakımdan sadece büyüme merkezli bir kalkınma modeli veya politik ekonomi yerine “insan merkezli” ekonomi yaklaşımına ihtiyaç vardır. Şüphesiz toplumsal sonuçları ve hedefleri dikkate alan bir “insan merkezli” ekonomi politikasının denge sağlayacağı unutulmamalıdır.
Ekonomi politikası iktisadi büyümenin ötesinde insanın yaşam kalitesi ve koşullarının iyileştirilmesini, kapsayıcılığı, adalet ve eşitliği, uzun vadeli çıkarları, ekolojik dengeleri ve büyümenin sürdürülebilirliği odağına almalıdır.
Tutarlılık içinde bir amaçlar dizisiyle etkinliği artırıp uluslararası rekabet gücü ve direnci kazanabiliriz. Bu hedefler doğrultusunda tutarlı amaçlar bütünlüğünü sağlayacak yeni bir politik ekonomi anlayışı ve yönetimiyle “Türkiye’nin Yeni Yüzyılı”nı kavramalıyız.