Cumhurbaşkanı Başdanışmanı eski TKP’li Mehmet Uçum “heybedeki turpun büyüğü”nü açıklamış…
19 Ocak 2025’te sosyal medyada yayınladığı “Yeni Paradigma Nedir?” başlıklı yazıya göre heybedeki küçük turp silahları bırakma, heybedeki büyük turp “Türkiye’nin dönüşümü”…
Umarım eski TKP’li bu kişinin yazısında açıkladığı görüşler, kendi ifadesiyle bir “devlet insiyatifi” değildir. Umarım kendi siyasal düşünce geçmişinin bir fantezisidir.
Bu yazı Türk ve Türkiye tarihinden, sosyolojisinden, gerçeklerinden bihaberdir.
Teröristbaşı ve uzantılarıyla silah bırakma talebi üzerinde yapılan görüşmelerle başlayan süreçte Türkiye “Yeni Paradigma” ile dönüşecekmiş…
Paradigma “bir şeyin nasıl üretileceği konusunda model” demektir. Yani “silahları bırakma” söyleminin nasıl gerçekleşeceği ya da “terörsüz Türkiye”ye ulaşmanın nasıl yapılacağına dair çerçeve demektir.
Uçum yazısında “Yeni paradigma”da “Terörün; eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her hal ve şartta son vermek.” diyor. Elbette bu hepimizin hedefi ve arzusu. Sonuna kadar destek. Ancak aynı zamanda terör örgütünün siyasal hedeflerine de karşı durmak gerekir.
Yazı silahları bırakmanın ötesinde bir süreç ve dönüşümü çerçeveliyor. Şüphesiz bu noktada teröristbaşının silahı bırakmayı siyasi hedeflere ulaşmak için taktiksel bir araç olarak kullandığını da unutmamak gerekir. Süreç yok, müzakere yok deniyordu ama aslında pişirilmekte olan bir süreç olduğu açık…
Uçum yazsında şöyle ifade etmiş: “Süreç geliştikçe bu çerçevede bir çok konu çok daha ayrıntılı gündeme gelecek, tartışılacak ve uygulamayı güçlendirecektir.” Yani Terörsüz Türkiye hedefi sadece bir silah bırakma değil aynı zamanda Yeni Paradigma’nın bir sürecin unsuru…
Anlaşılan toplumu Haşlanan Kurbağa Sendromuna sokmamak için içinde bulunduğu ortam derece derece ısıtılacak. Kurbağayı kaynar suya atınca hemen zıplar, bunu önlemek için içinde bulunduğu suyun artan derecede ısıtılması gibi toplumda bu süreçte pişmiş olacak.
Devam edelim Uçum’un heybesindeki büyük turp “Yeni Paradigma”ya…
Uçum açıklamasında şöyle diyor: “Yeni paradigmanın öne çıkan bu genel unsurları hem uygulama süreci hem içinde barındırdığı güçlü imkanlarla Türkiye ve Bölgenin geleceğinde büyük bir dönüşme işaret ediyor.”
Eğer yeni “Paradigma” varsa “eski paradigma”yı ortadan kaldırmak gerek. Sosyal medyada yayınladığı yazıda yer alan “Yeni Paradigma”nın aslında Türkiye’nin dönüşümü demek olduğunu itiraf ediyor. Türkiye’nin dönüşümü de Cumhuriyeti kuran fikre, cumhuriyetin temel esaslarına dayalı paradigmanın dönüşümü demek. Genel hatları verilen yeni paradigma esas itibariyle Türk milletini, milli kimliği, milli devleti, milli egemenliği, egemen devleti, üniter devleti aşındıran bir dönüşümü hedefliyor.
Yazıda yer alan bir çok kavram teröristbaşının ve siyasi uzantılarının açıklamalarında yer alan kavramlar… “Yeni Paradigma”, “demokratik dönüşüm”, “demokratik siyaset”, “Ortadoğu’da yaşanan değişim” vurgu yapmıştı. Bunlara yüklediği anlamlar da kendi zihin dünyalarından…
Şimdi gelelim uçuk paradigmanın genel hatlarına…
Türkiye neye dönüşecekmiş?
Uçum’un yazısında Türkiye’nin dönüşümü sağlayacak “Yeni Paradigma’nın Genel Hatları” olarak yer alan ifadeler ve bunlar hakkında değerlendirmem şöyle:
Uçum yazısında şöyle diyor:
Bölgede Türkler, Araplar ve Kürtler arasında bu yüzyılın bütünleşmesini başlatmak.
ÇÖZÜMLEME: Türkiye Cumhuriyeti, milli egemenlik ilkesi ve üniter devlet yapısı üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet bu yapı içinde tek bir milli kimlik (Türk milleti) altında birleştirmeyi hedeflemiştir. Metinde geçen “Türkler, Araplar ve Kürtler arasında bu yüzyılın bütünleşmesini başlatmak” ifadesi, ulus-devlet yapısından ziyade çok etnikli bir işbirliği modeli önermektedir. Bu durum, Cumhuriyet’in kuruluşunda vurgulanan tek millet anlayışıyla çelişir ve milli kimlik algısında bir dönüşüm ihtiyacı doğurur.
Uçumun bu ifadesinde yer alan “Bütünleşme” kavramı iki temel ekseninde oluşur: Biri sosyal diğeri de sistemik….
Sosyal bütünleşme Türk milleti kavramı ötesinde bir zihniyeti, sistemik bütünleşmede ulus devlet ötesi bir bütünleşmeyi gerektirir. Bu ifadeyle kastedilen bütünleşeme Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti milli devletini dönüştürür.
Uçum Yeni Paradigmanın bir başka genel hattını şöyle ifade ediyor:
Bölgenin Kürtlerinin, Araplarının ve Türkmenlerinin Türkiye’yle birlikte hareket etmesinin (ekonomik, ticari, kültürel işbirlikleri ve serbest dolaşımın, sosyal ve kültürel bütünleşmenin) koşullarını oluşturmak.
ÇÖZÜMLEME: Cumhuriyet’in kuruluşunda “Türk milleti” kavramı, etnik çeşitlilikten ziyade ortak bir milli kimlik anlayışına dayanmıştır. Bölgedeki etnik gruplar (Kürtler, Araplar, Türkmenler) arasında sosyal ve kültürel bütünleşme hedefi Türk milleti kimliği yerine kimliğin yeniden tanımlanmasını veya genişletilmesini gerektirir. Öyle ki Türkmenliği bir etnik kimlik olarak ifade etmekte Türk milleti kavramı içinde dahi görmemektedir.
Türk milleti sosyal ve kültürel bütünleşmesini sağlamıştır. Türkiye’de Kürtler Türk Milletiyle bin yıldır birlikte yaşamış, milli kurtuluş savaşında bir ve beraber olmuş, Anadolu’nun her yerinde tüm milletimizle birlikte yaşayan, ülke kalkınmasına katkı sağlamış, ülke yönetiminde bulunmuş, farklı siyasi partilerde her vatandaş gibi siyaset yapmış, kültür, inanç olarak kaynaşmış, okul sıralarında birlikte okumuş, ay yıldızın altında yaşamaktan gurur duymuş, vatan için şehit ve gazi olmuş, acıları ve sevinçleri paylaşmış etle tırnakla bir olmuştur. Bu sosyolojik gerçeği gözardı edip etnik kimlik çerçevesinde ulus ve devlet ötesi bütünleşme arayışı Türkiye’deki Kürtlerin büyük çoğunluğunu gerçekliklerini temsil etmiyor.
Paradigma’nın bu çerçevesi Türk Milletini etnik kimliklere göre ayrışması sürecine götürür. Bu anlayış Türk Milletini ulus altı ve ötesi bir millet kavramına götürür.
Ziya Gökalp Türklerin diğer Müslüman topluluklarla işbirliği yapması gerektiğini düşünmüş olsa da, önceliğinin Türk milli kimliği ve kültürü olduğunu açıkça belirtmiştir. Ortak bir dil ve kültürün milli birliğin temelini oluşturur.
Öte yandan bölgede yer alan farklı etnik kimliklerin kendi devletlerini aşarak Türkiye ile ortak hareket etmesi aynı zamanda milli devlet anlayışını ve hatta devlet anlayışını dahi gözardı etmektir. Başka devletlerde yer alan halklarla devleti aşan bir bütünleşmenin aynı zamanda bir gerilim kaynağı olacağı da açıktır.
Yazıdaki bu ifade teröristbaşının “Demokratik Ulus”, katı siyasi sınır anlayışına dayanmayan ve aynı mekânda farklı ulusların çeşitli bütünlükler içinde daha üst ulusal topluluklar halinde inşa edilmesini mümkün kılan bir ulus” , “yerel toplulukların özerkliğine dayalı ve devletçi olmayan Demokratik Konfederalizm” anlayışının genel çerçevesi ve anlamıyla çelişmediği ifade edilebilir.
Uçum Yeni Paradigmanın bir başka genel hattını şöyle ifade ediyor:
Bölgenin Kürtlerinin, Araplarının ve Türkmenlerinin Türkiye’yle birlikte hareket etmesinin (ekonomik, ticari, kültürel işbirlikleri ve serbest dolaşımın, sosyal ve kültürel bütünleşmenin) koşullarını oluşturmak.
ÇÖZÜMLEME: Cumhuriyet’in kuruluşunda “Türk milleti” kavramı, etnik çeşitlilikten ziyade ortak bir milli kimlik anlayışına dayanmıştır. Bölgedeki etnik gruplar (Kürtler, Araplar, Türkmenler) arasında sosyal ve kültürel bütünleşme hedefi Türk milleti kimliği yerine kimliğin yeniden tanımlanmasını veya genişletilmesini gerektirir. Öyle ki Türkmenliği bir etnik kimlik olarak ifade etmekte Türklük kavramı içinde dahi görmemektedir.
Türk milleti sosyal ve kültürel bütünleşmesini sağlamıştır. Türkiye’de Kürtler Türk Milletiyle bin yıldır birlikte yaşamış, milli kurtuluş savaşında bir ve beraber olmuş, Anadolu’nun her yerinde tüm milletimizle birlikte yaşayan, ülke kalkınmasına katkı sağlamış, ülke yönetiminde bulunmuş, farklı siyasi partilerde her vatandaş gibi siyaset yapmış, kültür, inanç olarak kaynaşmış, okul sıralarında birlikte okumuş, ay yıldızın altında yaşamaktan gurur duymuş, vatan için şehit ve gazi olmuş, acıları ve sevinçleri paylaşmış etle tırnakla bir olmuştur. Bu sosyolojik gerçeği gözardı edip etnik kimlik çerçevesinde ulus ve devlet ötesi bütünleşme arayışı Türkiye’deki Kürtlerin büyük çoğunluğunu gerçekliklerini de temsil etmiyor.
Paradigma’nın bu çerçevesi Türk Milletini etnik kimliklere göre ayrışması, Türk Milletini ulus ötesi bir millet kavramına götürür.
Ziya Gökalp Türklerin diğer Müslüman topluluklarla işbirliği yapması gerektiğini düşünmüş olsa da, önceliğinin Türk milli kimliği ve kültürü olduğunu açıkça belirtmiştir. Ortak bir dil ve kültürün milli birliğin temelini oluşturur.
Öte yandan bölgede yer alan farklı etnik kimliklerin kendi devletlerini aşarak Türkiye ile ortak hareket etmesi aynı zamanda milli devlet anlayışını ve hatta devlet anlayışını dahi gözardı etmektir. Başka devletlerde yer alan halklarla devleti aşan bir bütünleşmenin aynı zamanda bir gerilim kaynağı olacağı da açıktır.
Yazıdaki bu ifade teröristbaşının “Demokratik Ulus”, katı siyasi sınır anlayışına dayanmayan ve aynı mekânda farklı ulusların çeşitli bütünlükler içinde daha üst ulusal topluluklar halinde inşa edilmesini mümkün kılan bir ulus” , “yerel toplulukların özerkliğine dayalı ve devletçi olmayan Demokratik Konfederalizm” anlayışının genel çerçevesi ve anlamıyla da genel uyumluluk gösterdiği ifade edilebilir.
Bunları yazan kişinin eski Türkiye Komünist Partili olduğunu yani Marksist bir düşünceye sahip olduğunu ifade etmiştim.
Kültürel Marksizm, ulus-devlet yapısı ve milli kimlik gibi kavramları, baskıcı ve dışlayıcı sistemler olarak eleştirir. Bunun yerine çok kültürcülük, yerel kimliklerin tanınması ve kolektif bir üst kimlik oluşturulmasını hedefler. Yeni Paradigma altında yaptığı açıklama milli kimlik ve devlet yapısına ilişkin geleneksel anlayışları sorgulayan ve kültürel Marksizm’in değerleriyle örtüşen bir vizyon sunmaktadır.
Kaldı ki yazının sonunda yer alan “Böyle bir dönüşümün Türkiye halkı ve bölge halkları” ifadesinin arkasında Marsizmin Halkların Kardeşliği sloganının zihniyeti vardır. Bu slogan milliyetçiliği, milli devleti zehir görmektedir. Halkların kardeşliği kavramı Türkiye Cumhuriyeti gibi Türk milliyetçiliğine de kurulmuş tuzaklardır.
Esasen Yeni Paradigma’nın genel hatlarının teröristbaşı ve uzantılarının neo-Marksist zihniyet dünyasında yer alan “demokratik ulus”, “Ortadoğu Konfederalizmi”, “Demokratik dönüşüm”, “Demokratik Konfederalizm” kavramlarına yüklenen anlamla uyum gösterdiği ifade edilebilir.
Uçum Yeni Paradigma ile “Böyle bir dönüşümün Türkiye halkı ve bölge halkları” için büyük imkanlar üreteceğini ifade ediyor.
Aslında “Yeni Paradigma” ile dönüşüm yarın çıkaracağı imkansızlıklara bize ödetir. Türk ve Türkiye tarihinden, sosyolojisinden bihaber “Yeni paradigma” çerçevesi Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletinin dayandığı temelleri dönüştürecek bir süreci ortaya koyuyor. Bu paradigma esasen Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milliyetçiliğini yok sayan, altın standardı olan milli kimlik, milli devlet, milli kültür, üniter devlet anlayışlarını dönüştürmeyi hedef alan bir zihin dünyasının eseridir.
Oysa milliyetçilik bütün kurumlarıyla, tarihin içinde oluşmuş ve olgunlaşmış kültür değerleriyle, dışarıdan aldıklarını kendi millî potası içinde yoğurmuş, asla taklitçi ve ithalci olmayan, dışa karşı bağımsız ve kendi içinde hür bir milletin yaşanan bir realitesi ve her zaman sarılacağı bir idealdir.
Bu yeni paradigma Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini aşan millet ve devlet ötesi farklı bir sosyal bütünleşmesini ve sistem bütünleşmesini öngörmektedir.
Üstelik bu uçukluk 6 Kasım 2024’te Kırgızistan/Bişkek’te gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı’nın 11. Zirvesi’nde kabul edilen TÜRK DÜNYASI ŞARTI’nın amacı olan “Türk Devletleri arasında Türk kimliğine dayalı çok yönlü işbirliğini daha da geliştirmek, ortak tarih, kültür ve gelenekleri tanıtmak ve dilsel bağları güçlendirmektir.” hedefini ve şartta yer alan “Kadim Türk Devletlerinden günümüze kadar uzanan büyük Türk Devletlerinin tarihi rolünü, Üçüncü Binyıl’da Türk bütünleşmesinin daha da ilerletilmesinde ana temel olarak kabul”, “Ortak Türk Alanı” ilkesi temelinde gelişecek ve ilerleyecektir.” “Türk kimliği temelinde tarihsel, kültürel, dilsel ve geleneksel bağları pekiştirmek” anlayışını da gözardı etmektedir.
Yazımın başında ifade ettiğim gibi umarım Uçum’un yazısında yer alan ‘Yeni Paradigma’nın genel hatlarının arkasındaki zihin dünyası devlete yön vermez. Umarım bu paradigma kendisinin eski zihin dünyasının yansıması bir fantezidir.
Türkiye’nin dış politikası kendi iç teşkilat yapısına yani milli kimliğine, milli devletine, milli kültürüne, asli unsuruna dayalı olmalıdır.
Atatürk şöyle ifade etmiştir:
“Dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilâtıdır. Dış siyasetin iç teşkilâtla uyarlı olması gerekir. Batı’da ve Doğu’da, başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip biribirinden farklı unsurları toplayan bir devletin iç teşkilâtı, elbette temelsiz ve çürük olur.”
“Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasî ilke, millî siyasettir.”
“Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.”
“Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle millî bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilâtımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir.”
“Millî siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak…”
Elbette Türkiye güçlenmelidir. Bölgede ve dünyada güçlü, lider devlet olmalıdır. Buna ulaşmanın yolu dışarda değil kendi içimizdedir. Kendi evimizin değerlerini dönüştürmek, bunları dışlamak, bundan korkmakla gelecekteki hedeflere ulaşılamaz.
Bu hedeflere ulaşmanın yolu “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi, beraber yürütmek mecburiyetindeyiz.”
Sadri Maksudi Arsal’ın ifade ettiği gibi “Bir milletin tarihi, geçmişinde geçen olayların toplamı olmaktan çok o milletin, o milletin tabiatının özelliklerine, yaratılışından gelen özelliklerine, ruh hallerine ve istikbâline ait öğretici olmasının, yol ve çıkışın kaynağıdır.”
Şurası unutulmasın ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve bu devleti ebed müddet anlayışıyla kuran Türk milleti kurul, komite odalarında, masa başında kurulmuş, inşa edilmiş değildir. Tarih devlet ve millet varlığını sağlayan ve koruyan mücadeleler, inşa ettiği kültür ve medeniyet, sosyolojik süreç bazılarının kesip biçmesiyle değiştirilemez.
Herkes aklını başına alsın.
Oyunda oynaşta değiliz.
Devlet ve millet varlığımız birilerinin oyuncağı da değildir.