Nezaketin Sınırları….


Nezaket, çoğu zaman erdemin bir tezahürü olarak yüceltilir. Ancak nezaketi sınırsız bir erdem gibi görmek, bazen hakikatin üstünü örtmeye ve toplumun temelini oluşturan değerlere karşı yapılan saldırıları normalleştirmeye de yol açabilir.

Nezaket “kamu bilinci, karşılıklılık ve şeffaflık” gerektirir. “Temel toplumsal ve demokratik taahhütle bağdaşmayan” ve “ayrımcı ve cinsiyetçi” görüşlerin “mantıksız” savunucuları nezaket gerektirmez.

Bir milletin ve devletin kolektif varlığını inkâr eden, ortak hafızayı ve tarihsel bağları reddeden; dahası bu reddedişi şiddet yoluyla meşrulaştırmaya çalışan kişi veya gruplara karşı nezaketle yaklaşmak ve hatta muhabbet, sadece safdillik değil, aynı zamanda bu varlığı savunanlara karşı da bir haksızlıktır. Nezaket, burada artık bir diyalog dili olmaktan çıkar, bir zafiyetin, bir gafletin, bir teslimiyetin aracı haline gelir. Maalesef bunlara  toplumsal meşruiyet alanı da oluşturur.

Nezaket, bir hak değil, bir tercihtir. Ve bu tercih, toplumun bütünlüğünü tehdit eden fikirlere ve kişilere karşı gösterilmediğinde zaaf değil, ilkedir.

Bu durumun güncel örneklerine hepimiz tanıklık ediyoruz. Terör örgütünün kamuoyunda meşrulaştırılmasına zemin hazırlayan bazı çevrelerin, bu yapıya mesafe koyanları ‘aşırı’, ‘nezaketsiz’ ya da ‘hoşgörüsüz’ ilan etmesi, aslında erdemli bir duruşu itibarsızlaştırma girişimidir. Benzer şekilde, Türkiye’nin ulusal birliğini tehdit eden söylemleri eleştiren kişilere ‘faşist’, ‘otoriter’ gibi yaftalarla yaklaşılması; nezaketin bir tartışma zemini değil, susturma aracı olarak kullanıldığı bir dönemi yansıtmaktadır.

Bu noktada Karl Popper’ın ünlü “hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüzlük” ilkesi hayati bir uyarı niteliğindedir. Kendi değerlerini ortadan kaldırmaya çalışan hoşgörüsüz ideolojilere karşı sınırsız hoşgörü göstermesinin, sonunda özgürlüğün ve çoğulculuğun yok olmasıyla sonuçlanacağını görmek gerekir. Aynı mantıkla, devletin ve milletin birlik zeminini hedef alan, şiddeti meşru gören yaklaşımlara karşı da sınırsız nezaket göstermek, o zemini kendi ellerimizle aşındırmak anlamına gelir.

Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken bir başka husus da, nezaketin erdem olarak değil, erdem görüntüsü verme aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzde bazı kişi ve çevreler, nezaketi yalnızca kendilerini ahlaki üstünlük pozisyonuna yerleştirmek için bir tür “erdem sinyali” olarak kullanmakta; bu sinyali vermeyenleri ise kolayca erdemsizlikle itham etmektedir. Bazı kanaat önderleri ya da köşe yazarları, her iki tarafa da eşit uzaklıkta duruyormuş gibi yaparak aslında en çok saldırgan ve yıkıcı tarafın söylemlerine zemin hazırlıyor. Bu, nezaket değil; sorumluluktan kaçıştır.

Popüler kültür alanında da benzer suistimaller yaşanmaktadır. Örneğin bir ünlünün, terörü ve siyasi hedefini meşrulaştıran paylaşımlara tepki gösteren insanlara “sakin olun, barıştan yanayız” demesi; nezaketin suistimaline dair çok tanıdık bir örnektir.

Aslında böyle bir ahlaki eşdeğerlilik hem olgusal hem de ahlaki temel farklılıkları bilinçli olarak görmezden gelir.

Bu tür söylemler, toplum vicdanını bastırmaya ve meşru hassasiyetleri itibarsızlaştırmaya yönelik ince taktiklerdir.

Oysa gerçek erdem, yalnızca sözde değil, hayatın bizzat içinde şekillenen, davranışla, kavrayışla ve hakikati gözeterek sergilenen bir tutumdur. Bu nedenle, bir toplumun birliğini ve devamını hedef alan, tarihsel bağlarını koparmaya çalışan, hatta bunu şiddetle temellendiren kişi ya da hareketlere karşı mesafeli olmak; nezaketsizlik değil, erdemin bizzat kendisidir.

Ancak burada önemli bir ayrım yapılmalıdır:

Nezaket göstermemek, kin ve nefret kusmak, hakaret etmek ya da şiddetle karşılık vermek anlamına gelmez. Bu tutum, aksine, sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini açıkça ortaya koyan, ilkesel ve kararlı bir tavırdır. Nezaketi hak etmeyen bir ideolojiye veya söyleme karşı mesafe koymak, karşıt görüşleri bastırmak değil; özgürlükleri, birlikte yaşama iradesini ve kamu düzenini korumaktır.

Nezaket, ortak ilkelerin, karşılıklı saygının ve kamusal aklın var olduğu bir düzlemde anlamlıdır. Fakat karşısındaki muhatap, sadece farklı düşüncelere sahip biri değil de, bizzat o düzeni yıkmaya kararlı bir yapıysa; nezaket artık bir erdem değil, bir zaaf olarak algılanır. Nezaket, kendini yok etmeye çalışan fikre karşı sürdürülemez.

Bu nedenle, toplumsal barışı sağlamak isteyen her demokratik yapı, hem nezaketi bir değer olarak yaşatmalı, hem de bu değeri istismar ederek gelen saldırılara karşı dirayetli olmalıdır. Nezaketin sınırını çizmek, onun değerini yok etmek değil; onu korumaktır.

Erdeme karşılık erdem, şiddete karşıysa adaletli duruş gerekir.

Umarım bundan herkes güncel hissesini çıkarır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir