Sol Söylem: Din, Milliyetçilik, Sermaye…(1)


Sosyalist Enternasyonal toplantısı CHP’nin ev sahipliğinde 24-25 Mayıs’ta İstanbul’da yapıldı. Bu toplantıda Zülfü Livaneli “Sağın silahları din, milliyetçilik ve sermaye yani paradır ama solun tek bir silahı vardır o da kültür. Sağ dünyanın her yerinde ne yaparsa yapsın, Gramsci’nin de söylediği gibi kültürel hegemonyayı kuramayacaktır.” demiş.

Bu ifadeyi fikri muhasebe yaparak analiz edelim…

Zülfü Livaneli’nin bu ifadesi, din ve milliyetçiliği sağın “silahları” olarak tanımladığı için, açıkça din ve milliyetçilik karşıtı bir sol kavramsallaştırmaya dayanmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle 20. yüzyılın seküler, enternasyonalist sol geleneğiyle büyük ölçüde örtüşmektedir. Livaneli’nin ifadelerinde din ve milliyetçilik, doğrudan sağ ideolojiyle özdeşleştiriliyor. Kendisi de solu bunun karşısında konumlandırıyor. Livaneli’nin ifadesinde sol, kültürle ilişkilendirilen, dolayısıyla aydın, evrensel, etik ve sanatsal bir yüceliğe sahip taraf gibi sunuluyor. Buna karşılık sağ, din, milliyetçilik ve para gibi daha “ilkel” ve “manipülatif” araçlarla ilişkilendiriliyor.

Çağdaş Batı siyasi söyleminde milliyetçilik ve onunla ilişkili terimler -ulusal bağlılıklar, ulusal kimlik, ulusal duygular- genellikle ahlaki kınamayı davet eden türden olumsuz nitelikler kazanmıştır. Bu yaklaşım, Batılı aydın solun kendi kendine kurduğu bir ahlaki üstünlük kurgusunu yansıtır. Ancak bu tavır, halkın geniş kesimlerinin dindar ya da milliyetçi duygularını dışladığında, solun toplumsal bağ kurma kapasitesini zayıflatır. Aslında bu da solun halktan uzaklaşması, “elitist” görülmesi gibi eleştirilerin kaynağıdır. Livaneli’nin “kültür” dediği eğer sanatsal faaliyetler ise bu tanım sosyolojiyi, tarihi, sosyal değerleri göremeyen kısır bir tanım olarak kalır.

Özetle, Livaneli’nin bu ifadesi seküler, enternasyonalist, kültürelci bir solun gözlüğünden kurulmuş ve din ile milliyetçiliği dışlayan bir sol kavramsallaştırmadır. Bu yaklaşımın sol içerisinde tarihi vardır; ancak günümüzdeki kültürel, siyasal ve sınıfsal çeşitliliği kapsamada sınırlıdır. Özellikle dinî ve millî kimliklerin toplumsal yaşamda derin etkileri olduğu toplumlarda, bu tür indirgemeci kavramlaştırmalar solun toplumsallaşma kapasitesinin zayıf olmasının sebebidir.

23 yıllık bir iktidar döneminin hegemonyaya ulaşmasını sağlayan da alternatifinin kendini bu eksende konumlandırması ya da böyle algılatılmasına fırsat tanınması olduğu üzerinde düşünmeleri gerekir. Aslında eleştirilmesi gereken din ve milliyetçiliği temsil ettiği iddia edilen siyasetin bunları bir araç haline getirirken amaç, hedef ve eylemlerinin bunlarla uyumsuzluğudur. Bilinçli farkındalığı olmaksızın bunların araçsallaştırılmasıdır. Araçsallaştırma, günübirlik siyasal çıkara paralellik kurarak bunları bugünü örtbas etmek kollektif bellekte yer alan mevcut unsurları güncel siyasi çıkarlar için haksız veya haklı kullanmaktır.

Bu durumda da din ve milliyetçiliği red etmek değil amaç ve hedeflerini iyi anlamak ve günümüzle ilişkilerini sağlıklı kurmak gerekir.

Milliyetçilik zamanımızın en güçlü ideolojisidir. Milliyetçilik demokrasiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır ve millet demokrasinin gelişebileceği tek zemini sağlar.

Livaneli’nin Sosyalist Enternasyonal’de kullandığı bu ifadenin bir yanlışı da din ve milliyetçiliğin, doğrudan kültür kaynakları olduğunu dışlamasıdır. Hatta birçok toplumun kültürel kimliğinin oluşmasında belirleyici iki temel ögedir. Bu yüzden din ve milliyetçiliği kültürden bağımsız ya da kültüre karşıt görmek, hem teorik hem de tarihsel olarak eksik bir yaklaşımdır.

Din, yalnızca metafizik bir inanç sistemi değildir. Aynı zamanda: Dil, müzik, mimari, edebiyat, gündelik yaşam pratikleri, acı ve sevinçler, bayramlar, giyim-kuşam gibi pek çok kültürel ögenin taşıyıcısıdır. Siyasal kültürü de etkilemektedir. Toplumsal hafıza, ahlaki normlar ve etik sistemler genellikle dinî kaynaklardan türemiştir. Dolayısıyla dine “kültür dışı” ya da “kültüre karşı” muamelesi yapmak, kültürün tarihsel oluşumunu anlamamak olur.

Livaneli’nin milliyetçiliği kültürden ayıklaması aslında Batı aydınının milliyetçiliği ırkçılık olarak gören çarpık bir zihniyetin ifadesidir. Bu ifade Türkiye’de milliyetçiliğin fikri temelinin ırk ya da etnik değil kültür temelli olduğunu göz ardı etmektedir. Milliyetçilik, çoğu zaman ulus-devlet inşasıyla ilişkilendirilse de, özünde bir kültürel kimlik inşası sürecidir: Ortak tarih anlatısı, kahramanlar, destanlar, bayrak, dil, mitoloji, folklor, müzik, yemek kültürü gibi ögeler milliyetçiliğin kültürel malzemesini oluşturur.

Modern ulus-devletler, halkları “millet” hâline getirmek için geniş çaplı kültürel faaliyetler yürütmüşlerdir Milliyetçilik, kültürü birleştirici bir araç olarak kullandığı kadar, kültürün kendisinden doğmuş bir siyasal harekettir. Milliyetçilik, vatanı birliğe kavuşturmak için insan kütlelerinin din, aile, ahlak, irfan, tarih. dil ve edebiyat, sanat, hukuk, devlet, iktisat gibi… müesseseler meydana getirmeyi; gaye birliğine ve geleneğe, örfe sahip olmasını sağlamayı hedeflemiştir. Milliyetçilik, vatanı sadece coğrafik bir yer değil; geçmişi, kültürü ve değerleri kuşatan bir fikirdir.

Bu yönüyle, milliyetçiliği kültüre karşıt değil, kültürle iç içe geçmiş bir fenomen olarak değerlendirmek gerekir. Livaneli’nin ifadesinde “kültür”, daha çok sanat, edebiyat, düşünce ve yüksek estetik üretim bağlamında kullanılıyorsa, bu tanım, kültürü sadece seçkinci, seküler ve Batılı değerlerle sınırlı görme anlayışını yansıtıyor. Oysa kültür, halkın gündelik yaşamındaki anlam sistemleri, inançlar, alışkanlıklar ve ritüellerle şekillenen çok katmanlı bir yapıdır. Dolayısıyla dinî pratikler de, millî semboller de bu kültürün ayrılmaz parçalarıdır.

Şüphesiz insanların eylem hayatına bakarak, onlara iman biçme pozisyonuna girmesinin İslam dünyasında yaşanan en önemli tekfir/ötekileştirme sorununun sadece bireysel değil kültürlere kadar nasıl ulaştığını sorgulamak da gerekir. Kültürü sadece seküler ve entelektüel üretimle sınırlamak yerine, halkın yaşadığı inanç, aidiyet ve gelenek dünyasını da kültürel alanın ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edilmelidir.

Din ve milliyetçilik, yalnızca siyasi araçlar değil, toplumların kolektif kültürel belleğinin taşıyıcılarıdır. Bu iki olguyu kültürden dışlamak, sol düşüncenin kültürle ilişkisini zayıflatan ve onu gerçek toplumsal dinamikleri anlayamaz hâle getiren bir zihniyetin yansımasıdır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir