Herkesi kör, milleti sersem mi sanırsın!
Kayıtsız şartsız “Silahları bırak çağrısı yap, örgütü feshet” denmesine rağmen teröristbaşı “Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” diyerek şart koydu. Hani şart yoktu? Hani müzakere yoktu? Hani çözüm süreci yoktu?
Teröristbaşı, PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesinin, demokratik siyasetin ve hukuki boyutun tanınmasıyla mümkün olacağını belirtmektedir. Türkiye’de terör ve şiddetle ve bunların siyasi hedefleriyle ilişkisi olmayanların politik sistem içinde kendini ifade etmesinin önünde bir engel yoktur.
Teröristbaşına göre “demokratik siyaset” bunun ötesinde halkın kendi siyasi örgütlenme hakkı, kendi savunma hakkı ve kendi kimliğine sahip çıkma hakkını içerir. Teröristbaşına göre silah bırakma ve fesih sürecinin başarıya ulaşabilmesi için, Kürtlerin haklarının hukuki güvence altına alınması şarttır. Bu, anadilinde eğitim, örgütlenme özgürlüğü, siyasi temsil gibi temel hakların anayasal ve yasal düzenlemelerle güvence altına alınması anlamına gelir. Burada “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması”, sadece farklı grupların haklarının korunmasını değil, aynı zamanda bu grupların kültürel kimliklerinin tanınmasını, desteklenmesini ve toplumsal hayata eşit katılımlarını da içeren daha geniş bir kavram olan çokkültürlülüğü ve bunun hukuki boyutunu vurgular, yani farklı grupların anayasal ve yasal düzeyde korunmasını ifade eder. Şüphesiz bu “milli kimlik” olgusunu red etmektedir.
Çokkültürcülük çoğulculuk değildir. Çok grubun tek bir millet olarak birleşmesini sağlayan çoğulculuk ve hoşgörünün aksine, çokkültürcülük, bir milleti çok sayıda gruba bölerek ilişkilerini kızıştırır. Çokkültürlülük, bireysel hakların ve genel olarak geçerli hukukun yerini kültür ve grup kimliğine bırakması gerektiğini öğretir. “Toplumu bilinçli olarak kendi ayakları üzerinde durabilen etnik kimlik gruplarına bölen” çokkültürcülerin “günümüzün bölünmüşlüğünü ve kutuplaşmasını körükler.” “İnsanlar arasındaki farklılıkları vurgulayan, besleyen ve alevlendiren” çokkültürlülüğün, vatandaşlar arasında gerçek bir dayanışma duygusunun gelişimini baltalar ve engeller. Bunun demokratikleşme ile bir ilgisi de yoktur.
“Demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması” şartlarının nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği bir süreç olacağına göre bu safhada silah bırakmanın sadece sözde olacağı da anlaşılmaktadır. Bu safhada sorulması gereken soru süreç içinde “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması” konusunda bir mutabakatın mı olduğudur. Nitekim DEM Eşbaşkanı Bakırhan 28 Şubat’ta Habertürk’e teröristbaşının “devletin ilgili kurumları, iktidar ve tüm muhalefetle görüşlerini heyetimiz üzerinden paylaştı. Orada talepleri, gereklilikleri ve çözüm için olmazsa olmazları ortaya koydu. Aynı düşüncelerini İmralı’da da ifade etti.” demiştir.
Sözde silah bırakma çağrısı açıklamasında yer alan kim ifadeler aslında PKK ideolojisinin Cumhuriyeti kuran milliyetçilik fikrine, devlet ve millet varlığımıza ve bunların değerlerine karşı bir zihniyeti sinsice ortaya koymaktadır.
Açıklamada yer alan “Cumhuriyet’in tek tipçi yorumları” ifadesi teröristbaşına göre halk iradesini yansıtmayan, askeri birliğin veya bir çetenin zoraki dayatması şeklinde ortaya çıkan yorumlardır. Bu ifade ile millî devlet ve üniter yapı esasını, Türkçenin tek resmî dil oluşu ve Türk vatandaşlığı tanımını tartışmaya ve müzakereye açılmak istenmiştir.
Açıklamada Türk-Kürt ilişkisi hakkında “Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.” denilmektedir. Teröristbaşına göre “Kürt kimliğinin inkârı, dil ve kültür yasakları, eğitim hakkının engellenmesi gibi uygulamalar güvensizlik ve düşmanlık ortamını körüklemiştir.” “Cumhuriyet dönemindeki tek tipçi ve ayrımcı politikalar, bu kardeşlik ruhunu zedelemiştir. Öcalan’a göre, ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, geçmişteki hataların telafi edilmesi ve ortak geleceğe birlikte yürünmesi için gereklidir.” Bu cümlelerin altında “tek taraflı bir teslim olma” yerine Türk-Kürt ilişkilerinin “yeniden düzenlenmesi” için bir anayasa değişikliği pazarlığı ya da en azından beklentisi ile ilgili olduğu saklanamaz bir gerçektir. Yani Anayasada Kürt kimliğinin tanınması, vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, dil ve kültür haklarının güvence altına alınması talebi vardır.
Teröristbaşının açıklamasında yer verdiği “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır.” ifadesinde toplum, ulus-devletçi yaklaşımlardan farklı olarak, toplumun kendi özgür iradesiyle oluşturduğu, çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapıyı ifade etmektedir. Bu ifade devletin Türkiye Cumhuriyetini kuran iradenin Türk milleti olduğu, milli kimlik ve milli kültür gerçeğini inkârdır.
Teröristbaşının “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” ifadesi bir örtmecedir. Esasen terör örgütü silahla bu amaçlara ne silahla ne de siyasetle ulaşamayacağını görmüştür. Bu projeleri iflas etmiştir. PKK ideolojik olarak çökmüştür.
Aslında bu ifadeler Cumhuriyetin ne kadar sağlam temellere dayalı olduğunu, milli devlet, milli kültür ve milli kimliğin ne kadar güçlü olduğunu, aynı zamanda Türk-Kürt kardeşliğinin ne kadar sağlam olduğunun da tevilidir. Burada bağımsızlık, federasyon, idari özerklik taleplerinden vazgeçmiş gibi gösterilirken Türkiye Cumhuriyeti milli devletinin de toplumsal sosyolojiye uymadığını ifade etmiştir. Bu ifade milli devletimizle federasyon, özerklik talepleri arasında bir al-ver müzakeresi mantığı yatmaktadır.
Hala kelime oyunları içinde kendi çarpık zihniyetine bir yön aramak ya da çöküşünü gizlemek için söylem arayışı içindedir.
Teröristbaşı için silahlı mücadele silah bırakma ve ateşkes siyasi mücadeleyi ilerletme stratejisinin bir taktiksel aracıdır. Hedeflerine ulaşamayan ve teori, program, strateji ve taktikleriyle anlamını kaybeden teröristbaşı şimdi Anayasa’da etnik kimlik tanınması, Kürtçe eğitim, vatandaşlık tanımı gibi değişikliklerin yapılması için silah bırakmayı bir araç olarak kullanmaktadır. Yani şimdi bu kazanımların peşindedir.
Teröristbaşı örgütün ve mücadelenin yeni bir çerçevede, şartlara uygun şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunmuştur. Nitekim teröristbaşının bu açıklaması çerçevesinde PKK sözde Yürütme Komitesi de 1 Mart 2025’te “ateş kes” ilan etmiş ve silahlı eylem yapmayacağını belirtmiştir. Bunu yaparken de “şimdi içeriğinin başarıyla pratikleştirilmesi de benzer öneme sahiptir.” “başarı için demokratik siyaset ve hukuki zeminin de uygun olması gerektiğinin altını çizmek istiyoruz.” diyerek şartları yinelemiştir.
Daha önce de ifade ettiğim gibi silah bırakma ve fesih “tamamen sonlanma” yönünde değildir. Nitekim PKK Yürütme Komitesi bu açıklamada “Demokratik örgütlülüğümüzü ve her alandaki özgürlük mücadelemizi Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında büyük bir cesaret ve özveriyle geliştirelim.” diyerek yeni bir zorunlu stratejik ve taktiksel bukalemunvari evrime işaret etmiştir. Öyle ki coğrafyamızda emperyalist bir maşa olarak kullanım ömrünü uzatmak istemektedir. Üstelik bu açıklamada teröristbaşının “fiziki özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, arkadaşları dahil istediği herkesle engelsiz ilişki kurabilmesi gerekir. Bunun gereklerinin devletin ilgili kurumları tarafından yerine getirileceğini umut ediyoruz.” denilerek mahkumiyetten çıkarılması için af talep edilebilmiştir.
Teröristbaşının yeğeni DEM’li vekil “Cumhuriyetin; ilk yüzyılında Türklük Sözleşmesini dayatmıştır.”, “Ulus-devlet inşasını, Türklük üst kimliği ile asimile etmeyi hedeflemiştir.”, “Devletin, yüzyıllık paradigmasının; krizi, çıkmazı ve Kürt halkı üzerindeki iflasıdır.” “devletin Anayasası’nı dilsizlik üzerine kurgulamıştır.” “Yüzyıllık tarihin istisnai veya olağanüstü dönemlerine ve normal dönemlerde dahi kural dışına çıkan bir devlet modeli karşımızda durmaktadır.” diyerek hedeflerinde devlet ve millet varlığımızı oluşturan esaslar olduğunu ifade etmiştir.
Teröristbaşının PKK’ya silah bırakma ve kendini fesih çağrısı altında gizlenmiş hedefler olduğu açıktır.
Şimdi sözde silah bırakma ve fesih için bu hedefler bir müzakere konusu mudur?
Bu konuların süreç içinde gerçekleşmesi yönünde bir beklenti oluşturulmuş mudur?